Birbirimizi aldatmayalım

Birbirimizi aldatmamıza gerek yok, herkes biliyor ki, yerel yönetimlere özerklik konusu, Kürt meselesi ile yakından ilgili bir konudur.
Herkes, her işin Ankara'dan ya da Ankara'nın inisiyatifine bağlı yapılarla yönetilmesi yerine, yerel inisiyatiflerle yönetilmesinin, hizmetin ve denetimin daha etkin olması, yani daha demokratik bir yönetimin gerçekleşmesi açısından önemli olduğunu biliyor.
Ama bir kesim, böyle bir yapılanışın, kademeli olarak ayrılıkçılığı besleyeceğinden endişe ediyor, bir kesim de, bunun böyle bir sonucun kademesi olmasını ümit ediyor. Yani endişe de umut da aynı noktada toplanıyor ve bu da yerel yönetimlere özerkliğin daha etkin hizmete yol açma umudunu zehirliyor.
Büyükşehir Yasası geçti ama ukdeler ortadan kalkmış değil. Yasaya sahip çıkan AK Parti grubunda dahi kaygıların ortadan kalkmadığı ifade ediliyor. AK Parti grubunu yakından tanıyan bir isim "Grup serbest bırakılsaydı bu yasa çıkmazdı, hatta grubun yarısı karşı oy kullanabilirdi" dedi.
Diyarbakır İstanbul mu?
Büyükşehir Yasası için örnek gösterilen İstanbul ve Kocaeli'ndeki uygulamanın, mesela Diyarbakır ya da Van'da, İstanbul'da ya da Kocaeli'nde durduğu gibi durmayacağı kaygısı çok yaygın.
Hatta Büyükşehir Yasası'nda yer alan, "Yatırım İzleme ve Koordinasyon Kurulu"nun valiliğe bağlı olması, bir kesim tarafından merkezi bir kontrol zarureti olarak nitelenirken diğer kesim tarafından yerelliğe çelme gibi algılanması da temeldeki umut ve kaygı farkı ile bağlantılı olarak değerlendiriliyor.
Belli ki "yerel yönetimlere özerklik" heyecanı en çok Kürt sorunu etrafında oluşuyor. Mesela İzmir için ya da ne bileyim Eskişehir için yerel yönetimlere özerklik heyecanını seslendiren bir siyasi kadro yok.
Bu da, Kürtlük bilinci etrafında bir özerkliği çağrıştırıyor.
Bu konuda ilginç bir değerlendirmeyi Taraf'ta Neşe Düzel'e mülakat veren Anayasa Profesörü Fazıl Hüsnü Erdem yapmış.
Erdem, başkanlık sistemi değerlendirmesinde özetle Büyükşehir Yasası'ndaki Yatırım İzleme ve Koordinasyon Kurulu'nun valiliğe bağlanmasını "merkezin vesayeti" olarak niteliyor, başkanlık sisteminde bu yapının devam etmesi halinde merkezin daha da güçleneceğini, bunun yerine "yürütmede yoğunlaşmış iktidarın parçalanması ve dengelenmesi" gerektiğini ifade ediyor.
Belki de bu meseleyi doğru değerlendirmek için İstanbul ile Diyarbakır'ın farkını görmek ve oradan doğru çözüme bakmak gerekiyor.
Fark ne?
Belli ki fark, "Kürt nüfus yoğunluğu ve onun üzerine inşa edilen terör olgusu." Tabii ki halkın terörü desteklediği söylenemez ama terörün halka boyun eğdirme gibi bir sonuç üretmediği de söylenemez.
Diyelim Diyarbakır ya da Hakkâri'de, halkın gerçek iradesi ortaya çıkabiliyor mu sorusunun cevabı çok tatmin edici değil. Görünüşte sandık halkın önüne konuyor ama KCK kanalıyla sokakların damarına girebilen terör iklimi, halk iradesinin özgürce şekillenmesine imkan tanımıyorsa, orada merkezden kopukluğu tamam ama gerçek bir halk iradesi şekillenmesinin bulunmayacağı da açıktır.
AK Parti'nin bölgedeki temsilcileri, bölge insanı olmalarına rağmen seçim çalışmaları sırasında bazı sokaklara giremediklerini bildiriyorlar.
Şu an bölgedeki yerel yönetimlerin birçoğunun, terör örgütüne finans sağlama aracına dönüştüğü ifade ediliyor. Daha etkin, merkezin daha az kontrol edebildiği bir yapı, terör yapılanması ile el ele verdiğinde sonuç ne olur?
Bu, bölge insanını, örgütlü bir yapının insafına terk etmek anlamına gelmez mi?
Bu, şu an yürütülen güvenlik çalışmalarının, bölge insanını yani Kürtler'i, örgütün cenderesinden kurtarma misyonunun hayati değerini ortaya koymuyor mu?
Öyle anlaşılıyor ki, terör örgütü etkisiz hale getirilmeden, birçok şeyin kimyasını düzeltmek mümkün görünmüyor.


Yazarın Diğer Yazıları