Kanayan yaralar için

Bülent Arınç'ın "Ben de dağa çıkardım" dediği mesele.
Eminim ki epeyce insan Arınç'a kızmıştır bu başlığı görünce... Ben de "Ne demek bu şimdi" dedim kendi kendime. "Bediüzzaman niye dağa çıkmadı da Öcalan çıktı" diye devam etti içimdeki düşünceler...
Programı izleyememiş, haberi de detaylı şekilde okumamıştım. Sonra haberi okudum, Gültan Kışanak'ın cezaevinde yaşadıklarını öğrendim, Arınç'ın sözlerinin başını sonunu gördüm, "Ben bir BDP'li kadın milletvekiline çok kızıyordum, çok beddua ediyordum. Halen milletvekili bu insan ama onunla ilgili bir hatırayı dinledim, şimdi artık kızmıyorum. Çünkü 17 yaşındaki bir genç kızken Diyarbakır Cezaevi'nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki, o kadar kendisini zorlamışlar ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım" dediğini öğrenince, "Eh, dedim, bu da Bülent Bey'in gönül dünyasına uygun bir söz."
Altan Tan'ın babasının cezaevinde nasıl öldürüldüğünü okuyunca da bizim Altan'ın öfke yükünü içimde yaşamıştım.
Abdülmelik Fırat'ın sürgün hatıralarını okuduğumda yine aynı hisler dolmuştu içime...
Diyarbakır Cezaevi notlarını okuduğumda, yaşananlar karşısında insanlık adına utanmıştım.
Uludere yanıp duruyor işte annelerin, eşlerin, bacıların, kardeşlerin bağrında...
Zaman zaman, "Bu ülkede dindarlar da yaşadı aynı acıları" deriz. Doğrudur da.
Zaman zaman "Türkiye'nin ortasında, batısında öyle köyler var ki, Hakkâri'nin mezrasından farksızdır" deriz. Doğrudur da.
Ama sanki hep biraz fark olduğunu unuturuz.
Bir film izlemiştim. Bir siyahi baba, çocuğuna tecavüz eden adamı öldürmüş yargılanıyordu. Jürinin onu suçlu bulması adeta kesindi. Son savunmada babanın avukatı jüriye, "olayı yaşatma"yı denedi. Babanın nasıl bir durum karşısında cinayet atmosferine girdiğini anlattı. Adeta herkesi, çocuğu tecavüze uğrayıp öldürülen bir baba atmosferine soktu ve sonunda jüri babayı suçsuz buldu.
Travmalar...
Ülkemiz ne yazık ki derin travmalar yaşadı.
Aydın Menderes, evet dağa çıkmadı ama babasına yapılanları unutamadı hiçbir zaman.
Şimdi biz, aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra Menderes'in idam kararını kaldırmayı ve iade-i itibarı gündeme alıyoruz.
Şimdi biz hâlâ Bediüzzaman Hazretleri'nin mezarını bulabilmeyi konuşuyoruz.
Dersim'i, Menemen'i konuşuyoruz acı yüklü duygularla...
Ve Uludere yarası kanıyor.
Bilmiyorum içimizde, Uludere'de evladının paramparça olmuş uzuvlarını toplayıp gömen bir annenin yüreğindeki yangını kendi yüreğine taşıyabilen insan var mı? En yufka yüreklimiz, en anne olanımız, en kardeş, en bacı olanımız katırlara yüklenmiş evlat cesedinin gözünün önünden gitmeyen izlerini görebilir mi?
Türkiye'de, geçmişte yaşananlar ya da bugünküler noktasında o kadar çok empatiye ihtiyacımız var ki...
Kızı beyin kanaması geçiren Mehmet Metiner'in sözlerini okudum gazetede, engelli yakınları bulunan aileler adına içimde bir sızı oluştu. Prof. Dr. Yaşar Kandemir hocamın, yıllarca evlatlarına bağımlı bir hayatı nasıl şükürle ifa ettiklerini hatırladım.
Hükümet... Başbakan... Cumhurbaşkanı... Türkiye'nin acılarını bilen insanlar... Kurulu düzenin getirdiği kıskacı hayatlarında hissetmiş bir kadro. Ve halkın içinden, ezilenlerin yanından gelmişler...
Aslında Bülent Arınç'ın seslendirdiği şey, bir kalp sesi. Terör bazen, bu kalp sesini bastırıyor ve empatinin canına okuyor. İnsanların kalplerini ve zihinlerini birbirinden koparıyor, yürekleri savuruyor.
Geçen Sırrı Sakık'ın Meclis'te, intihar eden evladı için başsağlığı dilenmemesi karşısında isyanına tanık oldum. Sakık'ın acısı Meclis'te paylaşılmalıydı, dedim kendi kendime.
"Helalleşme" sözü Cemil Çiçek'e mi aitti? "Bir 'Helalleşme' yaşamalıyız" diyorum son söz olarak.


Yazarın Diğer Yazıları