Türkiye kayıp mı etti?

Türkiye Ortadoğu'da büyük oynadı, maceraya girdi ve kayıp mı etti? Suriye'de gelinen nokta, bu kaybın somut göstergesi mi?
Ahmet Davutoğlu, CHP Genel Başkanı'nın ifadesiyle "Türkiye'nin gelmiş geçmiş en çapsız Dışişleri Bakanı" mı? Davutoğlu, kendi gençlik hülyaları ile AK Parti hükümetini, Başbakan'ı da yanılttı mı?
Gittiğim her yerde Suriye konusu soruluyor, görüştüğüm pek çok insan da, kimisi AK Parti'ye yakın ve halen etkili yerlerde görev yapanlar da, bu ve benzeri şeyleri seslendiriyorlar.
Buna benzer değerlendirmeler yapan "İslamcı" yazarlarımız da var.
Ben, bunları değerlendirirken öncelikle Kılıçdaroğlu ve benzerlerinin yaklaşımını, "Asla Türkiye penceresinden bakmayan, Türkiye'nin dünya dengesinde yeniden etkinlik kazanma hamlelerinden rahatsız olan ve Batı güdümündeki gidişi kutsayan çevrelerin yaklaşımı" olduğunu ifade ediyorum. Kılıçdaroğlu'nun o sözünün de, içinde müthiş bir kin barındıran ve Türkiye'de bir ana muhalefet lideri adına, daha ağırını kullanamadığım için utanç verici sözler olduğunu söylüyorum.
Bu konuda, aslında Türkiye'nin başarılı neticeler almasını istiyor olmalarına rağmen, gelinen noktadan tedirginlik duyanlara gelince onlara da sözüm şu:
Türkiye ve İslam dünyasında yaşananlar, 100 yıllık yere kapaklanış ve onu takip eden açık ve örtülü sömürge statüsünden kurtulma çabasıdır ve böyle bir dönemde, Türkiye'de, AK Parti gibi bir iktidarın bulunması, kaderin bir armağanıdır. Bunu CHP yapamazdı çünkü CHP, kuruluşundan itibaren, adeta Stockholm sendromuna yakalanmışçasına o yere kapaklanma hadisesini ideolojileştiren bir siyasi çizgi olmuştu.
Hassasiyet ya da reel politik
Bu süreç içinde Türkiye kendi içinde normalleşirken -ki bunun ne kadar zor olduğunu gözlemliyoruz- bir yandan da, kendi tabii hinterlandında olumlu gelişmeler olmasına katkıda bulunmaya çalıştı.
Bunu yaparken, bölgeye ilişkin derin çıkarları bulunan dünya güçleriyle kafa kafaya çatışmamaya çalıştı.
Ama bu ne kadar mümkündü?
Sıcak gelişmeler içinde yaşanan zorluk, bu noktadaki tıkanmalarla ilgilidir.
Batı'dan, Amerika'dan, Avrupa'dan -ki bu iki dünya da zaman zaman farklılaşabiliyor- baktığınızda, İslam coğrafyasında açık-örtülü sömürge statüsünün sürdürülemezliği ve bir yeniden yapılanmanın kaçınılmaz olduğu görülüyor ama istiyorlar ki Türkiye'nin dediği bu hadisenin içeriğini de onlar belirlesinler. Türkiye ile işbirliği yapılacaksa, bu yönde yapılabilsin. Değilse Türkiye'nin hamlelerine engel çıkarılsın.
Ben, Türkiye'nin ülke ülke yeniden yapılanma sürecinde rol alan ekiplere, Batı dünyasındaki bu hesapları da aktardığını ve yer yer "hassasiyet" ya da "reel politik" telkininde bulunduğunu düşünüyorum.
Suriye'deki tıkanmanın anlamı
Libya, Tunus, Mısır tam olmamakla birlikte bir ölçüde badireyi atlatma noktasına geldiler.
Suriye'de hesaplar bir hayli karıştı.
Burada dün bizim gazetede Prof. Dr. Tayyar Arı'nın Seda Şimşek'e söylediği gibi "Türkiye'nin yalnız bırakılıp prestij kaybetmesi, yani kazanmaması üzerine kurulan bir ittifak"tan da söz edilebilir.
Türkiye'nin bunu görmediği söylenemez.
Ama Türkiye'nin, 100 yıllık yapının değişmesinin kolay olduğunu düşünmesi de söz konusu olamaz.
Türkiye'nin hassasiyet ve reel politik telkinleri de bununla ilgili.
Şu an Suriye'de, Hristiyan azınlığın temsilcisi George Sabra Suriye Ulusal Konseyi'nin başına getirildi ve Suriye İhvanı, bunu "normal" karşılıyor. Neden? Batı'nın "hassasiyet"ini görme zarureti ile karşı karşıya bulunduğu için.
Herkes biliyor ki, bu süreç geçiş sürecidir ve bu coğrafyada eninde sonunda, bu coğrafyada yaşayanların dediği olacaktır. 100 yıl sonra bile "erken doğum" kaygısı yaşamak, maalesef bizim gerçekliğimizdir.


Yazarın Diğer Yazıları