SANAT ve SANATTA İLAHÎ GÜZELLİK

İSLAM KÜLTÜRÜNÜN ENVANTERİ

(İSLAM ART and ARCHITECTURE)

Medeniyet çağdaş dünyada gündemimize sık sık "kaçakçılık” olgusuyla gündeme gelen tarihi eserlerle kendini anlatıyor en çok. "Bir camide rastladığım çinileri görünceye kadar Osmanlı'yı aslında hiç anlamadığımı anladım.” Diyor bir yabancı. Sözünü ettiğimiz şey ete kemiğe bürünen bir kültürün bir medeniyetin bize anlattıklarının nâmütenahiliği. Selâtin ya da bir mahalle camiinde dekoru oluşturan bir çini parçası bile "Osmanlı Medeniyeti” vurgusunu çok daha iyi anlatabiliyor.

 

"Güçlü” olmak önemli ama hala yaşıyor olmak SANAT'TA,  MİMARİ'DE ve KÜLTÜR'DE bir dünya görüşü oluşturarak asırlar sonrasına birşeyler anlatan eserlere sahip olmak daha önemli. İslam medeniyeti bunun en güzel örneği.

 

İslam ülkelerini üçüncü dünya ülkesi durumuna düşüren 20. yüzyıl siyaseti, aslında siyasetten güçsüz bir İslam ülkeler topluluğu oluşturmakla kalmadı, zevklerini ve gelişmişliğini mimariye, sanata, gündelik hayatın en küçük eşyalarına kadar unutulmayacak örnekleriyle yansıtan bir medeniyetin, kalın bir toz bulutu altında kalmasını da sağladı. İslam üzerine yapılan tartışmalarda Endülüs'ten Yemen'e, Budapeşte'den Semerkant'a yayılan bir coğrafyada inşa edilen medeniyetin eserleri hiç göz önüne getirilmedi. Olmayan bir medeniyet ya da güncel siyaset söylemi gereği tehlikeli "fundamentalist” ya da diktatör hegomanyası altında yaşayan topraklar olarak bakıldı İslam dünyasına. İslam aleminin değil insanlığın en büyük mirasları söz konusuydu halbuki. Sanat gezilerim (bütün dünyada ve yurt içinde) İslam medeniyetinin bilimden mimariye, şehircilikten fikir akımlarına varan kadar en iyi örnekleri ve iyi bir fotoğraf çalışmasıyla ele alarak, belki de konjonktrel tartışmalara feda edilen bir kültür havzasının varlığını tekrar hatırlatmak için İslam'ın tarihi gelişim seyri taip edilerek hazırlayacağım kitap, Hindistan'dan Kuzey Afrika'ya, Orta Asya'dan Balkanlar'a en küçük nesneye dahi damgasını vuran İslam kültürünün yerel kültürlerle oluşturduğu sentezin fotoğrafını çekmeye çalışıyor. Birlik içinde büyük bir zenginliği başka bir deyişle yekpare ama bütün renkleri içinde barındıran bir tablo var karşımızda. Hiçbir şeyin rastlantıya bırakılmadığı gözlenerek hazırlayacağım kitabı İslam kültürünün köşe taşlarını bir arada sunarak hem göze hem dimağa hitap eden değerli bir kaynak olması için çok büyük bir gayret sarf etmekteyim.  

 

Malı Allah yolunda kullanmanın en güzel örneklerinden biri olan "Muhteşem Süleymaniye Camii”'de İstanbul semalarında yükselerek şehrin siluetini süsler:

 

Şehülislam Ebussuuf Efendi'nin temele ilk taşı koymasıyla başlayan inşaat yedi senede tamamlanır ve yaklaşık olarak 59 milyon akçeye (bugünün rakamlarıyla 400 milyon dolara) mâl olur. Külliyesiyle bereaber ise, bu meblağ yedi buçuk katını (3 milyar doları) bulmuştur.

 

Mimarbaşı Koca Sinan bu eserinde Osmanlı ihtişamı mimariye aksettirmek yolunda eşsiz bir ustalık sergiler. Cami-i Şerifin inşasında kullandığı dört büyük sütunu, dört farklı bölgeden (İskenderiye, Baalbek, Saray-ı Âmire ve Kıztaşı) temin etmiştir. Binada kullanılan ak mermerler, Marmara adasından , yeşil mermerler Arabistan'dan getirilmiştir. Kapıları abanozdan, duvarları İznik çinilerindedir. 

 

Caminin inşâsı esasında kul hakkına hatta hayvan hakkına riayet edilmiştir. Öyle ki, burada çalıştırılacak hayvanlar programa bağlanmış, yeme, istirahat ve çalışma zamanları muntazam bir şekilde tertip edilmiştir.

 

Caminin kubbe yazılarını yazan Karahisarî, bu caminin ihtişamının bir parçası olan HÜSN-İ HAT'lara o kadar itina gösterdi ki, son harfin son tahsisinde gözlerinin feri tükendi ve âmâ oldu; dünyayı seyir penceresi kapandı. Kısacası gözlerini bu muazzam mabedin ihtişamına kurban etti.

 

Nihayet Camii bittiğinde bu muvaffakiyete şaşırdığı ölçüde hayran da kalan Kanunî, gayet memnun ve mesrûr bir şekilde "Camiyi ibadete açma şerefi, onu böylesine muazzam ve muhteşem bir şekilde bina ve inşaa eyleyen mimarbaşımız Sinan'a aittir” dedi.

 

Sanatına önce tevazuu öğrenmekle başlamış olan Sinan zâhirdeki emsalsizliğini, ruhî derinliğinde de göstererek o anda Karahisarî'nin fedakârlığını düşündü ve Sultan'ın sözlerine edeble şöyle mukabele etti.

 

"Sultanım! Karahisarî hatlarıyla bu camiyi tezyin ederken gözlerini feda etti. Bu şerefi ona bahşediniz!..” Bunun üzerine Kanunî orada bulunanların göz yaşları arasında Camiyi Hattat Karahisarî'ye açtırdı.

 


Yazarın Diğer Yazıları