Okuyan Efendi, Dinleyen Cemaat

Başlığı okuyunca kim bilir aklınıza neler gelmiştir. Ancak ben bu başlık ile kaybetmiş olduğumuz, yeni neslin sadece adını duyup hiç zevkini tatmadığı bir kültürel değerimizden, mektuplaşma geleneğinden bahsedeceğim.

Öyle çok uzun yıllar, asırlar geçmiş de değil bu güzel geleneğimiz terk edileli. Bin dokuz yüz seksenli yıllara kadar can çekişerek gelmişken, "Elveda ben gidiyorum aranızdan, teknolojiye yenik düşüyorum” der gibi ansızın gönlümüzden kopuverdi. Kâğıt kaleme küstü, kalem kâğıda sitem etti adeta. Yazılar, telefon tuşlarına, bilgisayar klavyelerine kayıp gitti. Oysa öyle tatlıydı ki, bir yerden, anne babadan, sevgiliden, eş dosttan mektup beklemek… Postacı gelecek diye yollarını gözlemek... Nasıl oluyor da bu kadar kısa zamanda yeniler eski oluveriyor, âdetler kayboluveriyor. Oysa mektuplar, şiirlere, türkülere konu olurdu. "Yine yakmış yar mektubun ucunu. Mektubun gelmiyor yollar kış mıdır? Mektup yazdım kış idi. Kalemim gümüş idi” Gibi daha birçok mektup üzerine yazılmış güzel sözler... Hiç unutulur mu gurbet elde ana babadan, kardeşten mektupla alınan haberin sevinci? Nişanlıdan ya da yavukludan gelen gizli bir mektubun verdiği mutluluk ve heyecan da bir başkadır. Hele gece mektubu okurken uyuyakalmanın tadı bambaşka... Evlattan ataya yazılan bir mektup şöyle başlardı: "Deruni dilden, canı gönülden, pek muhterem babacığım ve anneciğim… Evvela üzerime farz olan tanrı selamlarımı sunar hasretle ve hürmetle nazik ellerinizden incitmeden öperim.” Geçmişin gençliğindeki şu zarafete bakar mısınız? Aslında kırsal insanlarının elleri nasırlı olurdu ama evladın gönlünde onların eli çok nazik, yürekleri çok yufka, şefkatleri ise sonsuzdu. Mektubun sonunu bağlarken de çok nezaket gösterilirdi. Çünkü o yıllarda mektubu okuyan, efendi, dinleyenler ise cemaat gibi topluluktu. Mektubu gelen ailenin sevincine bütün hısım akraba, konu komşu ortak olurdu. Evin hanımı veya beyi oğlandan mektup geldi mi "akşam gelin de okuyalım” diye herkese haber salardı. Okur-yazar oranı az olduğundan, bir okuyan bulunacak ve o mektubu okumaya başlayınca herkes pürdikkat onu dinleyecekti. Mektubun sonunda bütün sevdiklerine isim isim selam olur, unuttukları varsa özür olur ve şu son sözle mektup bitirilirdi. "Bu mektubu okuyan efendiye, dinleyen cemaatin hepsine ayrı ayrı selam eder büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim.” Okuyan efendiye selam olmaz ise bir dahaki gelen mektubu okumakta nazlanırdı. Ya ana-babadan evlada yazılıyorsa mektup? "Ey benim gözümün nuru, gönlümün süruru, canım ciğerim, datlım kıymatlım, evlerimizin direği guzum evvela selam ider, her iki gözlerinden doyasıya öperim.” Sonra hal hatır sormalar, köyden şehirden, gavim gardaştan, hısım akrabadan, hatta ahırdaki ve ağılda mal melalden aktarılan haberler… Bunların hepsi birer değerdi mektubu alıp okuyan için. Evlada gönderilecek mektuba, anacığı şunu mutlaka yazdırırdı. "Haydi mektubum oğurlar olsun, seni oğluma ulaştırmayanın dili tat gözü âmâ olsun.” Mektubun gönderilmesi ve yerine ulaşması da bir ayrı önem arz ederdi. Mektubun varacağı köye ya da şehre bir giden olursa onunla, değilse şehirden köye bir sıla-i rahim için giden olursa onunla gönderilen mektup adeta ELT telgraf gibiydi. Azami iki günde sahibinin eline ulaşırdı. Posta vasıtası ile gönderilirse işte onun kaç günde, kaç ayda alıcısına ulaşacağı meçhuldü. Çünkü günümüzdeki gibi köylere posta gitmez, şehrin belirli bir yerinde esnaf bir köylünüz var ise onun adresi eliyle gönderilirdi. 1950-60'lı yıllardan bir örnek vermek gerekirse; "Gönderen İsmail Detseli İstanbul, alıcı kısmına Bay Osman Detseli, adres kısmına Kapı Camii civarında manifaturacı Seyit Sarıgül eliyle ya da Taş Han civarında bakkal Ömer Gökez eliyle Gilissıra Köyü Konya” adresinden köye gönderilirdi. Köyden bir gelen olur da o esnafın dükkânına uğrarsa, esnafın da aklına gelir de "şu mektupları götür, köyün bakkal dükkânına koyuver, herkes oradan mektubunu alsın” derdi. İşte bazı mektupların bilhassa kış günlerinde ele geçmesi bir buçuk iki ayı bulurdu. Bir de bu mektupların içinde yavukludan sevdiği kıza, nişanlı veya sözlü kızdan askerdeki yavuklusuna, kocası gurbete gitmiş olan genç gelinlerden yazılan mektuplar vardı. Bunlar terbiye ve adap yönünden atalardan gizli yazılır veya yazdırılır, alıcısına gizlice gönderilirdi. Kayınpeder, kayınvalide şayet bunları duyarsa çok büyük bir ayıp olur hatta evdeki geçimi zorlaştırırdı. İşte bu yüzden her okuyup yazana da mektup yazdırılıp okutulmazdı. Bunlarda da bir dürüstlük, bir terbiye, bir asalet aranırdı. Böyle gizli mektuplar genelde, okuma yazmayı sökmüş, terbiyeli, ağzı sıkı gençlere yazdırılır ya da okutulurdu örneğin ben çok yazardım. O gelin kız bacılar ayrıca bir de anacığımı sıkıca tembihler: "Aman Meyrem yenge Ismayıl'a söyle de ağzını sıkı dutsun, gayınnam gaynatam duymasın, soğna evde benim geçimim kalkar” derdi. Anacığım onları teselli eder, "Gorkmayın ben ona söylerim, zaten benim guzum böyle dedi kodu yapmaz” diye teselli verirdi.

İşte eski mektuplar böyleydi değerli okurlar… Yazıların içeriği daha çok ama köşemizde yerimiz yok. Mutlu, huzurlu kalınız.

 


Yazarın Diğer Yazıları