BAKLAVA

Efendim! Kendi hakkının çiğnenmesini arzu etmeyen insanın, bir başkasının hakkını gözetmesi kaçınılmazdır. Hukuka riayeti temin için Yüce dinimiz, insanların mallarına tecavüzü haram kıldığı gibi, insan şahsiyetini kırıcı olan her türlü alayı, gıybet, yalan, iftira, dedikodu ve benzeri sözlü tecavüzleri de haram kılmıştır. Böyle şeylere tevessül edenler akıllı değil, kurnazdır.

Nasrettin Hocamızı Akşehir'in ileri gelenleri, çocuklarını okutmak üzere, öğretmen tayin ettirmişler. Bir akşam memleketin eşrafından biri, Hocadan ders okuyan çocuğunun ne derece ilerlediğini anlamak için kendisine derslerle ilgili bir takım sorular sormuş. Neticede çok memnun kalmış ve şükran ifadesi olarak ertesi günü bir tepsi baklava yollamış.

Hizmetli baklavayı okula getirdiği sırada Hoca çocuklara ders vermekteymiş. Tepsiyi hizmetliden alırken tam bu sırada hocayı acele cenaze namazına çağırmışlar. Cenaze dönüşü yerim diyerek rafa yerleştirmiş. Sonra da çocuklara: ”Çocuklar, baklava tepsisini rafa koydum. Sakın yemeyin ha! Çünkü bu baklavanın ne maksatla gönderildiğinden emin değilim. Belki de zehirlidir. Eğer öyleyse o zaman hepiniz zehirlenirsiniz.” Diyerek cenaze namazına gider.               

Okulun baş kalfası, Nasrettin Hocanın kardeşinin çocuğuymuş. Bu genç, Hoca'nın huyunu bildiğinden: ”Arkadaşlar, Hocanın söyledikleri hep yalan, yemeyelim diye böyle diyor!” Der ama diğer çocuklar “Hocamız yalan söylemez” diyerek karşı çıkarlar. Fakat kardeşinin oğlu: “Bakın önce ben yiyorum, tamam mı?” Der ve baklavayı raftan indirip yemeye başlar.

Tabi diğer çocuklar da sininin başına çökerler. Bir güzel baklavayı mideye indirirler. “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” derler ya, elebaşı çocuk hemen tepsinin başından fırlar ve Hocanın kürsüsüne çıkarak divitin içinden kalemtraşı çıkararak kırar ve parçalarını da kürsüye bırakır. Biraz sonra Hoca cenaze namazından döner. Kürsüye çıktığında kalemtraşın kırılmış olduğunu görür. Çok kızar. “Bunu kim kırdı?” Diye sorar. Çocuklar hep bir ağızdan kardeşinin çocuğunu gösterir.

Kurnaz çocuk Hocanın hiddetini yatıştırmak için yalancıktan ağlayarak işlediği suçu örtbas etmeye çalışır: “Hocafendi! Kalemim kırılmıştı, sizin kalemtraşla yontmak istemiştim. Kalemi yontarken sizin kalemtraş ansızın kırıldı. Ben de çok korktum, şimdi ben amcamın yüzüne nasıl bakarım, ona ne cevap veririm? Utancımdan ölmek istedim. Önce okulun kuyusuna kendimi atmlak istedim ama kuyu kirlenir diye yapamadım. Sonra aklıma raftaki zehirli baklavalar geldi. Sana zarar vermesin, zehirlemesin diye hemen ölmek için acele ile baklavaları yedim. Fakat üzülecek bir hal ki yine ölemedim! Bak, hala da yaşıyorum!” Diyerek ağlamasını sürdürür.

Nasrettin Hoca kalemtraşın kırılışına mı, baklavanın yenmiş olmasına mı kızsın şaşırmış kalmış. Bir taraftan canından tatlı olan baklavanın elinden gitmesi, diğer taraftan baba yadigârı kalemtıraşın kırılmış olması nedeniyle yüreği yanan zavallı Hoca kardeşinin çocuğuna dönmüş: “Ulan! Bu yaşta bu kadar ustaca düşünülmüş bir hile beni hayrette bıraktı. Ben de her sorunun cevabını, her lafın karşılığını bulurum ammaa, sen beni geçtin, benden daha üstün çıktın. Helal olsun sana!” Demiş.

Hani ata yadigârı bir söz var: “Talihi yar olanın, yar sarar yarasını, Talihi yar olmayanın şeytan yer parasını.” Siz, siz olun; değer verdiğiniz şeyleri öyle uluorta yerlere koymayın! Sonradan üzülmek fayda vermez.
Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları