BAŞKALDIRIŞLAR -2

Vuruldun kardeşim, vuruldun! Tükenmeyen bir sevdanın sırrında vuruldun... Dünde, bugünde, yarında, seni bin kez öldürüp, bin kez dirilten gecede... Yıkasa köpük köpük denizler, bedenini sattılar bir pula pazarda... Artık çareler faydasız, derman gelmez beklediğin yerlerden “kardeşlerim” dediklerinden...

Yalanlar, umutlar, ahh kılıç gibi çift taraflı, hayatın yüzünde! Yarin, kim bilir hangi sevdada? Hangi dolaştığı hüznünde? Hasretini çeken davan, sonsuzluğun ötesinden getirir sesini hem de cennet kokulu...

Böyle mi olacaktı Tahrir, Adeviye? Firavunların zulmünden kaçmayan Zeynep’in çığlığına eş bir seda seninkisi… Zalim müstekbirlerin görevidir kan içmek bir takım ölümcül rantlar adına… Duy Zeynep mücahidenin sesini, duy ki korkuların kalmasın!

“34 no’lu zindan, kabir gibi dar, karanlık ve korkunç bir yer; yani tam bir hücre. Benim yanıma iki köpek vererek kapıyı kilitlediler. Teyemmüm ettim, namaz kıldım. Kıblenin bile ne tarafta olduğunu bilemiyordum.  Bir namazı bitiriyor, diğerine duruyordum.

Allah’a beni bu zalimlerin belasından kurtarması için dua ediyordum, yalvarıyordum. Rükû’da, secde’de, köpekler üzerime tırmanıyor. Başımı, el ve ayaklarımı, yüzümü tırmalıyordu. Öldürmeden sadece acı çektirmek için eğitilmişlerdi. Ben ise dua ve istiğfar, yalvarma ve yakarma ile Allah’a el açıyordum. Bir saat sonra kapı açıldı ve köpekler çıkarıldı. Beni hastaneye kaldırdılar.”

Sense köpeklere doğru koştun, koştun, koştun, yoruldun! Garip bir kuş misali kardaki ayak izlerinden, vuruldun! En kuytu dağ başlarında, ömrün en genç çağında, tutunamadığın yeryüzünde, bağlandın kollarından hedef tahtasına kendi başına!

Duyulur mu sanırsın ahın? Gökler çevirmiş intizarını, varında, yoğunda… Döndürme “eyvah” diyerek başını... Mert ol, cesur ol! Yok ettiğin gururun çattırmasın kaşını... Belki armağan içinde armağan, belki çile içinde çile! Göğsünden kan damlıyor, yazılmış alnına bir şahadet haberi…

Demirci ustasının inleyen örsünde, inişinde, çıkışında, tersinde, düzünde, bekleme artık! Medet, medet, medet! Sen Leyla’nın çölünde, ürkek bir ceylanın göğsünde, sfenklerin tepesinde, demir yığını tankların önünde mecnun olmuşsun, acımasızca vurulmuşsun, kimin umurunda?

Eller kalkmaz taş kesilir! Yas tutulur mu sanırsın, böyle bir davanın ardından? Vefasızlık dizboyu, dikilir feri gitmiş gözlerin. Her yer kıpkızıl boyanmış senin rengine... Yalnızca bakarsın, seni kucaklamaya gelen gökyüzüne, iner bir şahin! Yavrusuna duyduğu merhamet gibi, takar seni pençesine, ve kimsesiz ve sessiz, incitmeden usul usul toprağa sunulursun!

Dünya yine dönmekte herkese, yalnız sen, tek sen unutuldun! Anla artık... Ölüm yakıştı gül çehrene, sevdanın yakıştığı kadar, sevdiğin kadar, andığın kadar, yandığın kadar... Belki ağlamayı bile hiçe sayan gözlerinden! Belki, kahır üstüne kahır çektiren felekten... Belki kanayan bir yürekten... Belki de gül cemalinden, bu sana! Son veda!

Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları