ÇOBAN BABA -1

Efendim! Kayı boyu Türklerinin Anadolu’ya gelişinden tutun da, Selçuklu devletinden, Osmanlı Devletine varana kadar, Anadolu’nun her yerinde adeta bir çiçek tarlasına dönüştüren Allah dostları, asırlarca manevi ilimleriyle, kendileri istemese de kerametleriyle, huzur toprakları haline getirmişler.

Bu topraklarda hem isimlerini hem de ilmi kariyerlerini birer emanet gibi bırakmışlar. İşte onlardan Çoban Baba isminde bir velinin öyküsünü anlatmak istiyorum. Erzurum’dan çıkıp on, oniki kilometre kuzeybatıya doğru ilerlediniz mi Köse Mehmet geçidiyle karşılaşırsınız.

Çok keskin, çok sert iki yamacın meydana getirdiği bu geçit yaz bahar aylarında burcu burcu kekik kokar, kışın ak kürklere bürünür, sırlı, düşünceli, kendini ele vermeyen bir âlemdir. Köse Mehmet geçidinin tatlı rüyaları da vardır, karanlık kâbusları da...

Sevdalılar bu geçidi çokluk geçmişler, kervanlar bu geçitte ateş yakıp mola vermişler, sıla türküleri, sevda türküleri dağdan dağa ulaşmıştır. Erzurum'un Ruslar tarafından kuşatıldığı ve aslanlar gibi dayandığı yıllarda, gönlü kara biri Rus ordularına Köse Mehmet geçidini haber vermiş, geçit oraya açık verdiği için düşman oradan bir yılanın akışı gibi, Erzurum’a akmıştı.

Kara günlerdi o günler, bereket çok uzaklarda kaldı. Köse Mehmet geçidinin bir yüzü çoban dede dağıdır. Çobandede dağında da çiğdemler çabuk açar, kekikler burcu burcu kokar, rüzgârlar ılgıt ılgıt eser.

Bu dağda küçük bir mezar vardır. Başucunda birkaç çam ağacının nöbet tuttuğu bu mezar, koca dağa adını vermiş olan Çoban Dede’nindir.

Her akşam, gün kararmadan, Köse Mehmet geçidindeki köyden, Çoban Dede’ye gidiyorlar, mezarının toprağını kabartıp mumlarını uyarıyorlar, Allah'a niyazlar, dualar, edip Fatiha'lar okuyup köye öyle dönüyorlar.

Ve her gün mezara karşı geçid başında nöbet tutan yiğit Türk erleri onun mumlarının ışığını seyrede seyrede nöbetini tamamlıyor

Kimdi bu çoban Baba?

Sürüsünü almış, otlata otlata dağa doğru çıkıyordu. Bazen bir çam altında mekân tutup yanık yanık kaval çaldığı olurdu. Derin adamdı, âşık adamdı. Yıldızların uzaklığına tasaları, düşünceleri vardı. İnsanoğlunun nereden gelip nereye gittiğini pek merak ederdi.

O böyle düşüne düşüne, kendi kendisiyle söyleşe halleşe hayli yol almış, hayli de yorulmuştu.
Baktı ki susuzdur, gözünün önüne kara topraktan fışkırmış kol kol billur sular geldi. Fakat o yana baktı, bu yana baktı su bulamadı. Etrafta ne bir pınar, ne bir patlak vardı.

Devam edecek…

Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları