Editörden…

Kelamların en güzeli, Allah’ın selamıdır. Dua ise insanoğlunun en güzel icraatı… Selam ve dua ile kültür ve sanat kapılarımızı açıyoruz. Es-Selam.
Bu kapı, devasa desek yeridir. İçeri girildi mi, umutların, sevinçlerin, gözyaşlarının buluştuğu, tüm seven yüreklerin, bazen heyecandan titrediği yer olur. Bu kapıdan selam ile girilir, dua ile çıkılır… Onun arasında sadece bir çırpınış. Tıpkı doğum ve ölüm gibi... Onun arasında da çırpınış yok mu? Sevda, gözyaşı, nafaka ve dünyanın istekleri…
Selam ile başladık söze…“Önce selam, sonra kelam” demişler. O halde bizde kültür ve sanat kapımızdan önce selam diyelim. Neden selam? Çünkü “dünyada da, ahrette de her an ve her türlü selamet üstünüze olsun” anlamında da onun için…  
Selam; “sen benden emin ol, benden sana zarar gelmeyeceğine kanaat eyle” demektir ve aynı zamanda da sevenlerin birbirine duasıdır.
Ne benden rüku, ne senden kıyam,
Selamün aleyküm, aleyküm selam.
Selamla girdik söze, artık gidelim öze…
Garibe selam, altın yerinde bir kelam…
Gafile selam,  herhalde nafile selam…
Bir selam, bin hatır kelam…
Ey selamete çıkaran es-selam,
En iyisini sen bilirsin!
Hem büyüklük hem fazl-ı kerem sahibi,
Zü’l-Celâl-i Ve’l-ikrâm…
Yine de biz bu bu ilkyazımızda usûl, sünnet ve adap üzere selam ve dua dedik. Aslında selam’da, dua da onadır. Selam ile başladık, dua ile devam edeceğiz bir anlamda… Çünkü başka bir münacat edeceğimiz büyük kapı yok…
“O, öyle bir Allah ki, O’ndan başka hiçbir ibadet edilecek ilah yoktur.”
“O, öyle bir Allah ki, O’ndan başka, sırrını ifşa etmeyen, günahlarını açığa vurmayan, başka bir dost yoktur.”
“O, öyle bir Allah ki, O’ndan başka daha merhametli, bağışlayan, her türlü melanete rağmen sabır gösteren birini bulamazsınız.”
“O halde neden onunla dertleşmeyelim? O’nun her adı bir duadır. Üstelik en güzel dinleyen, en güzel yardımcı ve en güzel dost”  
Bir gün Hz. Musa (as)’ın dişi çok ağrıyormuş. Yüce Rabbimize sormuş: “Allah’ım, dişim çok ağrıyor. Ne yapmalıyım?”
Ölümden başka neye çare yok ki? Her arızaya bir tamir, her hastalığa bir ilaç, her derde bir deva yaratmış Cenabı Hak… Yüce Rabbimiz, Hz. Musa’ya bir ot ismi söyleyerek, git o otun yaprağını kopar ve ağrıyan dişinin üzerine koy, ağrısı geçer, demiş. Musa (as) otun yaprağını dişinin üzerine koymuş ve dişinin ağrısı geçmiş.
Aradan uzun bir zaman geçmiş. Yine Musa (as)’ın dişi ağrımış. Musa (as) hemen daha önce dişinin ağrısını kesen ottan yaprak kopararak ağrıyan dişinin üzerine koy-muş ama dişinin ağrısı kesilmemiş. Sonra Allah’a dua ederek: “Allah’ım, bir zamanlar dişim ağrıyordu, ne yapmam gerektiğini sordum. Sende, filan otun yaprağını kopar ve ağrıyan dişinin üzerine koy, ağrısı geçer demiştin ve söylediğini yaptım, dişimin ağrısı hemen geçti. Yine dişim ağrıdı, gittim o otun yaprağını koparıp dişimin üzerine koydum fakat ağrı kesilmedi” demiş.
Cenab-ı Hak, Hz Musa (as)’a: “Ya Musa, geçen sefer dişin ağrıdığında aklına ilk olarak ben gelmiştim ve şifayı benden istemiştin. Oysa şimdi, ilk aklına gelen ot oldu ve ondan medet umdun. Senin dişinin ağrısını ot değil, ben geçirdim. O otu da vesile yaptım. Unutma, şifayı ancak ben veririm” buyurmuş.
Sizler bu kıssaya ne buyurursunuz bilemem ama âcizane ben derim ki: “Şu intizam, bu nizam, bir varlığı gösterir…”Allah” desen bağırsan, dağlar bile ses verir.”


Yazarın Diğer Yazıları