Editörden…

    Hani; Hayat yaşla değil, yaşamakla anlaşılır ya… Hani, insan kendi mutluluğunun mimarıdır ya… Doyulmaz hayata, sıhhate, servete… Bir de başkalarının hayatlarına güneş saçtı mı, kendi hayatları da aydınlanır hem mutlulukla hem sevgiyle… Gözler ışıl ışıl olur çünkü hayatta en çok aranan sağlık, sevgi ve güzelliktir. Öteki yüzü acıdır doğum gününün…
     “Yüce Rabbimiz sebepleri neden halk etmiş?” diyebiliriz. Aslında cevabı da çok basittir. Zira derdi veren Allah, elbette dermanı da verecek ki, varlığı hissedilsin. Oysa insanoğlu, O'nu ancak dara düştüğü zamanlar arıyor. O halde neden sebeplerin peşine takılmıyor da, ilk başvurusunu Rabbine yapıyor?
    Can taşıyan bütün varlıklara bir takım hastalıklar vermiş Rabbimiz. İlim adamları harıl harıl çalışır. Bilinmeyen hastalıklara çözümler, çareler arar durur. Çözümsüz hastalıklara karşı da “Allah'tan ümit kesilmez” diyerek, kendini hasta sahibinden kurtarır.
    Yüce Allah Ahzap suresinde buyuruyor ki:
    “Ey iman edenler! Allah'ı çok anın. O'nu sabah-akşam bütün noksan sıfatlardan tenzih edin. O sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize melekleriyle rahmet eden ve sizden yardımını esirgemeyendir. O, müminlere karşı çok esirgeyicidir.”
    Ne kadar günah işlerseniz işleyin ama asla O'ndan ümidinizi kesmeyin. Çünkü o, mağfireti en bol olandır. Fincan falına baktırıp falcının söylediklerine inandığımız kadar, biraz da gerçeklere dönelim. Unutmayalım ki, sebeplerin tesiri, Cenab-ı Hakk'ın gücündendir. O, yarattığı kuluna neyi emretmişse her emrini bir sebebe dayamış.
    Cenab-ı Hak hiçbir zaman, hiçbir şekilde sorgulanamaz ve O'nun hikmetine de sual olunamaz. Zaten buna da izin vermez. Bunu denemeye kalkanları da helak ettiğini tarih kitapları ortaya koymuştur. Ama ilminin araştırılmasına izin vermiştir. Bu nedenle Hz. Ali (K.veche): “Bütün bilmediklerimi ayaklarımın altına alsaydım, başım semaya değerdi” diyerek, ilmin sınırsızlığını veciz bir cümle ile ifa etmiştir. Semanın ucu-bucağı olmayacağına göre, ilminde bir sınırı yoktur. Sadece aklın iflası vardır.
    Bizler duayı, psikolojik korkularımızla karıştırıyoruz. Bir de dünyevi sıkıntılarımızın giderilmesi için Rabbimizden yardım umuyoruz. Elbette umacağız. Bundan hiç kimse utanmasın, çekinmesin. Gidecek başka kapımız mı var? Eksiğimiz, sadece, her an O'nu hatırlayamamak… Günde üç öğün yemeği hatırlamayan olur mu? Unutanlar olabilir. Fakat aklına geldiği zaman “Eyvah! Bugün yemek yemedim. Güçsüz kalacağım, zayıf düşüp, işlerimi yürütemeyeceğim!” diye hayıflanır insan…
    Sonra gün gelir, ölüm meleği başucumuza dikilir, dünya hayatı son bulur. İşte O zaman tamamen biter dünyevi düşünceler… Sonuç? Bir hiç! Ne yaptık? Ya da dünyada iken ne yapmamız gerekiyordu? Bizlere her türlü nimeti veren Allah'a karşı, küçükte olsa bir teşekkür edip ayrıldık mı dünyadan? Hayır! Sadece üç öğün yemeği, yemezsek aç kalacağımızı, zayıf düşeceğimizi, uykumuzu almazsak sabaha sersem bir kafayla kalkacağımızı, işlerimizin yolunda gitmeyeceğini hesap edip durduk.
    Oysa Rabbimizin bizden istedikleri o kadar ağır veya altından kalkamayacağımız şeylerde değil. O kadar basit ve o kadar açık ki, herkes anlayabilir. Örneğin; günde beş vakit namaz istemiş. Neden? Nedeni Rum suresi ayet 31'de… Yüce Allah buyuruyor ki: “Yalnız ona yönelin ve ona karşı gelmekten sakının. Namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden olmayın” Namaz; iman ile küfür arasında bir perde, mümin ile kâfiri birbirinden ayıran alamet-i farikadır. Sonra demiş ki, senden gece-gündüz dâhil 24 saat içerisinde, bana her vakit için on dakikanı ayır. Bu da toplam 50 dakika yapsın. Yani 23 saat on dakikasını yine dünya işlerinde kullan. Bunu bile çok gördük Rabbimize teşekkür etmek için…  Selam ve dua ile…
 


Yazarın Diğer Yazıları