Editörden

Sanat en basit ifadesiyle hayal gücünün ifadesidir. Sanatçı ise, herkesin duyduğunu, gördüğünü, hissettiğini, düşündüğünü; farklı şekilde duyan, gören, hisseden, düşünen, yorumlayandır. Sanatçı duyulmayanı duyan, görülmeyeni görendir.
    Sanat; usta çırak ilişkisi içerisinde öğrenilmesi ve aynı zamanda yeteneğin olunması gereken bir iştir. Herkes dolap yapabilir ama marangoz gibi değil… Herkes dikiş dikebilir ama terzi gibi değil… Herkes bir meslek sahibi olabilir, ya da yeteneği ve el becerisi olan herkes zanaatkâr olabilir. Ama herkes sanatçı olamaz. Çünkü sanatkâr; hayal ötesinde heyecan uyandıran ve gerçek ustaya ulaşıp ona saygı duyandır.
    Genel bir anlatışla, düşünülen bir şeyi meydana getirmek özelliğindeki bilgilerin uygulanmasına ve o işi meydana getirmek için bilgi ve zekâyı kullanıp, sanatın niteliğinde iyi, güzel ve gerçek vasıfları yaratanı aramaktır. Çünkü sanat, insan aklının ve hayal gücünün ürünüdür. Ve sanat, güzel ile uğraşır. En büyük sanatkâr güzeldir ve güzeli sever.
    Ben sanatçı olsaydım; Gerçek sanatın ve sanatkârının kadrini bilmeyenlerin az olduğunu düşünür, sanatın özünü arının peteğinde, çiçeğin özünde, tavanda baş aşağı duran sineğin ayakuçlarında arar ve onu anlamak için çaba sarfederdim. Neden mi? Çünkü sanat, hayatı insanileştiren bir iştir. Bu iş, sanatçının yorumu ile rehber haline gelir. Zira insanlık tarihinin her döneminde, kâinatta varolan güzelliklerin bilgi ve yetenekle buluştuğu bir kopyasıdır.
    Ben sanatçı olsaydım; İbrahim gibi yıldızlara, mehtaba, güneşe bakar, daha da yükseklerde arardım gerçek sanatın sahibini… Muhammed gibi güneşi sağ elime, ayı da sol elime alır, vazgeçmezdim asla… Gazaba duçar olan Şeddat gibi hışımla uyanır, teslim olur, bilirdim yaptığım cennetin ne kadar sahte olduğunu… Aklımın stop ettiği yerde, kendi ağırlının yirmibeş katını taşıyabilen bir karıncadan daha güçsüz olduğumu anlardım… Gurur ve enaniyet satmazdım pazarlarda…    
    Ben sanatçı olsaydım; önce insan olur, insanları tanır, onların yüreklerindeki boşluğa sevgimi doldurur, ayağının altına toprak olur, saygı duyardım o muhteşem sanata… Ben sanatçı olsaydım; utanırdım!
    Canlı- cansız her şey ölümü tadar ama ölümün ulaşamadığı tek şey sanattır. Sanat uygarlığın imzası ise, güzel sanatlar insanın elinin, zekâsının ve kalbinin beraberce çalıştığı şeylerdir. Ömürler kısadır fakat ilimler ile beraber sanat her zaman uzun ömürlü olarak yaşar.
    Bir ülkede akıl ve sanattan çok maddî servete kıymet verilirse, bilinmelidir ki, orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır. Yaşamın sürekliliği, heyecanı hayatın en estetik gizemiyle ve ayrıntılarıyla ortaya çıkardığı sanat; Her şey kaybolsa da, kendisinin yıldızları, zamanın ufuklarında sonsuz ışıklar gibi parlatır. Sanat: gençliğe terbiye, yaşlılığa avuntu, yoksullara zenginlik ve zenginlere de süs verir.
    Sanatçı, sanatının hazzıyla, toplumda uzun çalışma ve uğraşlardan sonra, ruhunda ilk ışığı hisseden insandır. Sanat, hayatın en canlı, en yüksek bir anlatımıdır. İşte buyurun! Baba ve oğul dertleşiyor:
    - Oğlum, ben ölünce, kabrimin içine sazımı da gömeceksiniz.
    - Öyle şey olur mu baba?
    -Sen dediğimi yap!
    -Sonunda babası ölür. Cenaze yıkanır. Tam cenaze namazı kılınacakken babasının vasiyeti aklına gelir. İmama söyler, cemaat dinler ama herkes buna karşı çıkar. “Bu İslam adabına aykırıdır!” Derler. Döner oğul evine, anası verir bir mektup eline… Açar okur: “Sevgili oğlum! Görüyorsun ya, en sevdiğim sazımla bile defnime izin vermediler. Sazımı bile götüremedim. Oğul, madem seninde akıbetin benim gibi olacak! O zaman, yapacağın tek şey bırak sanatçı olmayı, sen gerçek sanatkâra kul olabilmeye bak! Gerisi faso fiso…”
Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları