Editörden

         Her alanda olduğu gibi sanayi dalında da dünya, küreselleşerek evrensel bir yerleşim merkezine dönüşüyor. Mesafeler kısalıyor, lisanlar anlaşılır hale geliyor. Bugüne kadar şer güçlerin odak noktaları, bütün insanlığı ekonomik taassuplarla ezmiş; basın, sinema, derin cephelerin soğuk savaşlarıyla sürekli egemenleri olmuşlardır.
         Öyle ki; 2.nci Dünya Savaşında Almanya karşısında, ittifak etmeye mecbur kalan devletler; savaş sonrası endüstriyel yapılanmayı, yasaların önüne geçirerek inanç mefkûresi yapmışlar ve bununla da yetinmeyip Avrupa Birliğini kurarak adeta tek tip bir ulus olarak dünyaya meydan okumaktadırlar.
    Bu yapılanmanın bir başka canlı misallerini uzakdoğu ülkelerinde de görürüz. Ne, 1952 savaşı Kore'yi yıktı, ne de barışçı Amerika'nın (!) atom bombası Japonya'yı etkiledi. Üçüncü Dünya ülkelerine de sırt çevirmek veya küçümser bir şekilde dudak bükmek, doğrusu işime gelmiyor. Dört asır boyunca Osmanlı egemenliğinde huzuru yaşayan Arap ülkeleri bile bu yarıştaki parkurunu kaptı. Basit bir örnekle; bir tarihte, yılda bir milyon metreküp mermer üreten ve parasının değersizliği yüzünden çuvallarla parasını taşıyan İtalya; hem bu limiti aşıyor ve hem de değişik Avrupa ülkelerinden kaptığı patentlerle, makineler yapan bir sanayi ülkesi olarak kendisine rant sağlıyor.
    Kültürler, denizin deltaları gibi aynı yerlere akmaya başladı. Teknoloji hızla gelişiyor. Bir önceki günün makineleri sürekli depolara kaldırılırken; yeni teknoloji diye geri kalmış ülkelere, peynir-ekmek gibi pazarlanıyor. Şirketler küçülüyor, holdingler büyüyor; holdingler küçülüyor, mega holdingler kuruluyor. Süper güçler, sıcak savaşlara ilgi göstermiyor zaten gerekte kalmıyor. Bu gelişmenin getirdiği süper teknikler; kültürel ve psikolojik olarak soğuk savaşın hem yolunu açıyor ve hem de salyalı zaferin çirkin çığlıklarını duyuruyor.
         Üstelik az gelişmiş ve stratejik bir coğrafi konumu olan ülkelere de ültimatomunu vererek; yaygın haberleşme ağını kuruyor, kendisine ileri karakollar inşa ediyor. Bunu icra ederken zorlanmıyor bile... Dünya; demokrasi adına, zaman zaman emperyalizmin keskin dişlileri arasında adeta kıyıma uğrarken; bundan en çok İslam Coğrafyası zarar görüyor.
         Anlaşılan o ki; kapitalist sistemler yine nefsi emmarelerinin hegomanyasında hiç bir rejime hayat hakkı tanımıyor.     Dünya bir arayış içerisinde... Hayat makineleşti. Rövanşını yapamamanın ezikliğinde, doyumsuzluğunu çözemiyor. Çözemiyor ama iki bilinmeyenli denklemin formülünde, ilahi sistemin varlığını da inkâr edemiyor.
         Bugün İslam Coğrafyasında, kan ve gözyaşı dökülüyorsa; tıpkı Mekke Dönemi soyluları gibi tahtı revan olacak, rejimleri ve putları ayaklar altında kalacak, zevki sefaları son bulacak diye korktuklarındandır. Zira tevhid düsturuna inanmayanların o kadar çok tağutları vardır ki; Hz. İsa (as) ın: Ben Allah'ın izniyle birçok ölü dirilttim ama şu ahmakları asla diriltemedim dediği gibi ahmaklıkları yüzünden hangisine tapacaklarını bilemediler.
         Sonuç Olarak:
         İnkâr edilmez bir gerçek; ekonomik savaşın insanlar üzerinde ne kadar etkili olduğu... Öz kültürümüzün ne kadar yozlaştığı… Madem insan, bu dünyaya yaratıcısını tanımak ve O'na ibadet etmek için gelmiştir; o halde tüm kazandıklarımızdan ve harcadıklarımızdan sorumluyuz, demektir. Her nefesin bir gün hesaba çekileceğini ve bir kuzunun, kurttan bile hesap soracağını unutmamak gerekir.

Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları