Editörden

    Hz. Süleyman bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. Karınca da, bir buğday tanesi yerim diye cevap verir. Cevabın doğruluğunu kontrol etmek isteyen Hz. Süleyman (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyar ve hava alacak şekilde şişeyi kapatır.
Sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır.
    Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar. Karınca da, "Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden yarısını bıraktım der." paylaşmak istedim.
     Eh ne diyelim? Rızkı veren Allah (cc) ise; Dünya Hz. Süleyman'a kalır mı?
    İyi ki bu rızk denen maişeti, insanoğlu vermiyor. Yoksa halimiz nice olurdu? Hz. Ali (K.veche) bile buyuruyor ki: “Sen rızkı aradığın gibi rızk da seni arar, müsterih ol, ecel gibidir seni takip eder.”
    Bu rızk denilen maişet, aslında insanların bulundukları toplumlardaki kültürlerini oluşturuyor bir bakıma... Bazı zavallılar gibi: “Ben rızkımı kendim yaratırım” demeyelim de… Bu çok iddialı olur. Yeryüzünde bulunan her insan ve her canlının rızkı Allah tarafından verildiği: "Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkını vermek Allaha aittir" (Hûd,11/6) âyetini de unutmayalım ve israfta etmeyelim.
    Adamcağız, rızkın kolay kazanılmadığını düşünerek ev idaresini bilen bir hanım bulabilmek için çok masraf etmiş. Sonra da akrabalarından birine giderek evlenmek istediğini söylemiş. Uzatmayalım, sonunda bir hanım bulup bu adamı evlendirmişler.
    Adam daha ilk günü, yeni hanımına bir paket çekilmiş kahve getirip vermiş. Hanım, kahve paketini güzelce açmış, kahveyi kavanoza boşaltmış, kâğıdı da pencereden dışarı atmış. Adam, bunu görünce hemen dünürlük yapan akrabasını çağırmış. “Al bu hanımı bana yaramaz boşadım” demiş.
    Aracı kadın her ne kadar, “henüz daha erkendir, huyunu suyunu öğrenmeden olur mu?” Dediyse de adam:“Olmaz, bana yaramaz” demiş. Aracı kadın bu kez bir başkasını bulup yine evlendirmiş akrabasını. Adam yine ilk hanımına yaptığı gibi kahve getirmiş. Yeni hanım da ilki gibi kahveyi boşaltıp kâğıdı camdan dışarıya fırlatmış. Adam ilkin olduğu gibi aracıyı çağırmış: “Bu da yaramaz” demiş.
    Aracılık yapan hanım, bu akrabası için artık kadın aramaktan utandığını yana yakıla bir tanıdığına anlatırken, onları işiten bir bekâr hanım: “Bu adamla beni evlendir” deyince, aracı kadın: “Olmaz, sana da aynısını yapar” dediyse de, bu hanım işin o adamın ne demek istediğini kavramış.
    Sonunda aracı kadının dediklerine aldırmamış ve bu adamla evlenmiş. Adam eski âdetini aynen bu yeni hanımına da tekrarlamış. Kadın kocasının getirdiği paketteki kahveyi güzelce açıp kavanoza boşaltmış, kâğıdı dürüp katlayıp rafa koymuş, ipini de güzelce yumak yapıp çiviye asmış.     Hanımının bu hareketlerini göz ucundan dikkatle takip eden adam: “Hanım, bu kâğıdı neden buraya koydun? At gitsin!” demiş.
    — Olmaz efendim! Dedelerimiz "Sakla samanı, gelir zamanı" demişler. Bir gün olurda o kâğıtla bir şeyimizi sararız. Bu rızk kolay mı kazanılıyor?
    — Peki ya bu ipi neden çiviye astın?
    — Ev hali bu efendim! Bir gün olurda bir yerimizi bağlarız. Bakarsın bu ip demirden, ipekten daha kıymetli olur. Bizden bir şey istediği yok, fazla malın zararı mı olur, rızık kolay kazanılmıyor.
    — Evet, evet hanımcığım! İşte şimdi, ev idare edebilecek akıllı, tedbirli, ev idaresini ve rızkın kolay kazanılmadığını bilen bir hanıma kavuştum. Allah'a şükürler olsun… Diyerek rahatlamış adam…
                        Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları