ELLERİ TERLESE BİLE…

Hırslı olanlar, bu dünyada fenalıktan kurtulamazlar. Kanaatkârlar ise, daima rahat ve huzurludurlar Fakat şunu çok iyi bilmek gerekir ki; dün ile bugün arasında kavga çıkarırsak, yarınlarımızı kaybedebiliriz. Lüzumsuz şeylerin peşinden koşanlar, lüzumlu şeyleri kaçıracağı gibi... En iyisi mi, dost edinelim Yüce Rabbi, yoksa yoldaşımız şeytan olur Allah korusun!

Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben çok etkilendim okuyunca. Dolayısıyla bende sizlerle paylaşmak istedim. Efendim! Babasının memuriyet tayini küçük bir köye çıkar. Bu durum haliyle oğlunun hiç hoşuna gitmez. Çünkü köy ilkokuluna kaydı yapılmıştır. Sınıfta aynı sırayı paylaşacağı ve daha sonra ki yıllarda âşık olacağı bu kızın sayesinde hayatı değişecektir.

Zaman ilerledikçe onsuz tek saniyesi bile geçmiyordu. İkisi de birbirine âşık olmuştu. İlkokul bitmiş, ortaokulda da aynı sırayı paylaşmış, liseye geçince orada da aynı sınıf ve sırada oturmuşlardı. Aileleri ise birbirlerine candan ciğerden davranıyor, kırk yıllık dostmuş gibi tanışıyorlardı.

Hatta liseyi bitirince evlatlarını nişanlamayı bile göze almışlardı. Her iki taraf çok iyi biliyordu ki, çocukları birbirlerine hem çok yakışıyorlar ve hem de birbirlerini deli gibi seviyorlardı. Bu yüzden iki öğrenci birbirlerinin evine rahatlıkla girip çıkabiliyor veya ders çalışabiliyordu.

Her şey harikaydı, dünya cennet gibiydi gözlerinde… Yıllar akıp gitti bu mutluluk içinde... Nihayet liseyi de bitirmek üzere karne dönemi gelmişti. Karnelerini almışlardı. Üstelik sınıfı geçtikleri yazıyordu karnelerinde… Sevinçle sarıldılar birbirlerine… Bunu kutlamak için hemen en yakın bir kafeye gidip meşrubat içerek kutlayacaklardı.     

Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı. Her zaman toz duman içinde olurdu. Çakıllarla kaplıydı. O yol, delikanlının ölürcesine sevdiği kızı elinden alabileceğini bilmiyordu. Eli yine elindeydi sevdiğinin… Ansızın elini çekti sevdiği, terlemişti yine eli… Delikanlının canı sıkıldı. Biraz hızlı yürüyünce arkada kaldı sevdiği…

Dönüp baktığında dünya başına yıkıldı. Sanki gök kubbenin altında kaldı. Yerdeydi sevdiği… Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu. Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığı mavi gözlerinden biri akmıştı. Suratının yarısı yoktu. Hırlıyordu.

Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı. Ölürcesine bir aşkı, kibrit büyüklüğündeki bir taş parçasının bitireceğini nereden bilecekti? Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. Yoldan geçen bir araba durmuş onları seyrediyordu. Delikanlı “hastaneye yetiştirelim” dediğinde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti. Kimse arabaya almıyordu.

İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağında öldü delikanlının. Adeta bitkisel hayatta gibiydi. Şimdi yoldan geçenlere durmadan bağırıyordu. Hiç kimse ne demek istediğini anlamasa da:

“Elleri terlese bile ellerini bırakma!”

Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları