EREN

“Yıl 1978. Kardeşin kardeşi kurşunladığı, babanın oğuldan korktuğu, küçük yaştaki çocukların bile elindeki yılan kadar yüzü soğuk silahıyla efelendiği günler...  Bizler ise; o yaşlarda manevi değerlerin miras yedileri. Sen, bıyıkları yeni terleyen bir delikanlı, beni ise biraz daha yaşlı..

Yollar uzun... Haz aldığımız duygular, yolları kısaltır. İstanbul nere, Cizre nere? Ya Sivas? Zaman yolculuğumuza selamla başlamıştık(!) Fatih'in göbeğinden Yavuz Selim'e uzanırken...

Bir Kenan vardı. Yeşil gözlü, sarışın ve akıllı... Berrak ve durgun bir dere gibi akardı. Yahudi tiplemesiyle de Abdülhamid çok güzel rol yapardı. Sanırım her ikisi de şimdi iş adamı... Ben ise; beş ödüllü bir yazar. Ünsüz ama züğürt ünlülerden...

Belki hatırlamazsın, Sivas’ın meşhur kaplıcası Soğuk Çermikte çok sevdiğimiz bir arkadaşın törelerin gerektirdiği şekilde düğününü yapıyorduk. Kenan ise sağdıçtı. Üstelik cezalıydı. Gelsin neşeler, gitsin mideye baklavalar...

Sen o zaman da güzel şiirler okurdun. Rol yeteneğine ve hele kalemine hiç diyecek yoktu doğrusu... Zaman, seni daha çok haklı çıkardı. Başardın. Başkasının Ölümü senin doğduğuna işaretti.

Yıl 1993. Her ikimiz de, aile düşkünü bir baba... Türkiye gerçeklerine uygun bir evlilik... Zaman su gibi...  Perdeler iniyor yeni sahnelere açılmak için... Çamlıca'da, Kahveler Durağının bir kuytu köşesinde bölgesel yayın yapan bir radyo binasının içerisinde adeta ulusal bir buluşma...  

Öyle ya; Sivas nere, İstanbul nere? Ve sağa sola koşuşturan senin sevimli oğlan...

Yıl 1998. Sen meyve veren bir ağaç... Ne Ulvi'ler, ne Hasan Nail'ler... Bir öğlen sıcağında güneşin hararetine ve ışığına dayanamayan sevimli dostlar... Manevi yazgıya tanjantı olmayan hatırlanması gereken çok değerli sinüsler...

Diğer taraftan seni övenler, seni yerenler... Sınırları taşan şöhrete, yurt dışında kaba yakıştırmalar... Bir bir yaşadım bunları...  Fırlayan oka, kalkan olurcasına...

Sevgili Eren, manevi gözlere eklenen, dilim varmıyor ama bir de ukala müfettişlerin seni bir mercekte incelemesi yok mu? Aşkolsun işin çok zor! Bir Tv kanalındaki haberin bu satırları yazmama neden oldu. Allah'tan iki gün sonra olaya açıklık getirmen, yüreğime su serpti.

Sakın eski kuyuya tükürme, belki döner suyunu içersin. Allah yardımcın olsun.”

Diye bitiyordu mektup… Bundan tam yirmi sene önce yazılmıştı. Şimdi her birimiz yaşlandık belki, Hasan Nail rahmetli oldu. Ulvi bir dizide hayatını kazanırken, kayıplara karıştı sevgili Eren… Bense bir bardak soğuk su içerim hatıraların üzerine…

Kimin yok ki unutamadığı bir anısı… Hayatı biraz da bu anılar değil midir anlamlı kılan… Hatırlanıldığında acısı da hoş, hayali de… Bir iç çekimi kadar…

Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları