GURUR

Kibir, gurur ve nefs... Üç bela…  İnsan olmak, kibir ve gurur deryasından kendimizi çıkarmakla mümkün olabilir ancak. Kalbimize üflenmiş insan olma nefasetiyle yaşamaktan sıyrılıp, kibir ve gururun kölesi olduğumuz andan itibaren benliğimizi yitirir ve uzaklaşırız insan olmaktan...

Hasan-el Basri Hazretleri: “Eğer fakirlik, hastalık ve ölüm olmasaydı, âdemoğlunun kibrinin şiddetinden başı eğilmez olurdu.” Diyor. Gerçekten insanoğlunun istekleri asla bitmez. Kendini beğenmişliği de bitmez. Ancak insanoğlunun sınırsız isteklerine dur diyebilecek bir takım olaylar gelişmemiş olsaydı, fütursuz haller içinde olurdu.

Toplum içerisinde pek sevilmeyen insanlar, genellikle gurur ve kibirlerinden dolayı sevilmez ve dışlanırlar. Kibir, iyi düşünceleri ve iyi davranışları bile bozar. Aslında kendini beğenenler kolayca başkalarının tuzağına da düşebilirler. Çünkü kibirli insanlar kendi aklını çok beğendiklerinden, yanıldıklarının farkına varamazlar.

Bir padişah, bir-iki vezirini ve erkândan birkaçını yanına alarak payitahta yakın yerleşim merkezlerinde bir gezintiye çıkmıştı. Payitahttan ayrılıp bir kaç saatlik bir yol katettikten sonra yolları üzerindeki bir nar bahçesinin kıyısında dinlenme molası verdiler.

Olgunlaşmış, tam kıvamını bulmuş olan narlar insanın iştahını kabartıyordu. Padişah bahçe içinde çalışmakta olan yaşlı bir adamı yanına çağırdı sordu: -  Bu güzel nar bahçesi kimin?
-  Bu nar bahçesi benimdir efendim, babamdan miras kaldı.
- Oğlun, uşağın var mı?
-  Allah bize oğul uşak vermedi efendim, bir karı kocadan ibaret iki kişilik bir aileyiz.
- Peki, ben de bu ülkenin hükümdarıyım, şuradan bir nar şerbeti sıksan da içsek.

İhtiyar, "baş üstüne" dedi ve hemen gidip bahçe içindeki kulübeden kalaylı, tertemiz bir tas getirdi. En yakındaki ağaçtan iki nar kopardı ve sıktı. İki nar tam bir tası doldurdu. Padişah içti ve çok beğendi. Bütün vücuduna bir zindelik ve ferahlık yayılmıştı. İhtiyar çiftçi, padişahın beraberindeki herkese sırayla nar şerbeti ikram etti.

Padişah ve adamları bedenlerinin kazandığı bu zindelikle biraz yol almak için ihtiyara veda edip yola koyuldular. Yolda, şeytan padişahın kafasını karıştırmaya başladı, "Madem birer ayakları çukurda olan bu yaşlı karı-kocanın mirasçıları yok; ne yapacaklar böyle güzel nar bahçesini? Karşılığında bir kaç kuruş verip de bu bahçeyi ellerinden alayım" diye düşündü.

Padişah ve adamları akşama doğru geri dönerlerken aynı bahçenin yanında yine konakladılar. Padişah ihtiyardan bir tas daha nar şerbeti yapmasını istedi. İhtiyar sabahki kadar candan ve gönülden olmasa da, bir tas nar şerbeti yapıp sundu.

Fakat padişah bu defa nar şerbetinin tadını pek beğenmedi. Sabahkine hiç benzemiyordu. Sordu:
- Baba ne oldu böyle, bu nar şerbeti sabahki ile aynı nardan değil mi? Bunun tadı hiç de hoş değil...

- Aynı nardan evlat, aslında tadında da bir değişiklik yok, asıl değişen sizin kalbiniz. Tebaanızın malına göz koydunuz, bunun için de narlarının tadı değişti... İnsan olmak, iyi insan olmak, gerçek insan olmak; hiçbir terazinin, hiçbir para değerinin, hiçbir beşerî tanımın açıklayamayacağı kadar müşkül bir iştir... Öyleyse insan olmak, iyi bir iştir...

Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları