KÖLE OLMA!

Hayat, bizim hayatımız… Kazancımız da, kaybımız da bizim… Mecbur değiliz mala, mülke, insana, ağaya, zengine köle olmaya… Kul olmak zorundayız. Rabbin huzurunda el bağlayan, secde eden bir kul… Ondan başkasına el açmayacağız… Yalnız ondan dileneceğiz.

Yoksa köle olursun, katlanırsan buna, üzülürsen sonunda kimseyi suçlamayacaksın, Rabbine dil uzatmayacaksın! Uzatıyorsan haşa, önce yaptıklarına bak! Kendini sorgula! Yaptıklarını, yapacaklarını sorgula!

Dünyanın zevklerine köle olma! Hayatını zehirleyen maddelere ve bu maddeleri satanlara köle olma! Günlere, aylara, yıllara köle olma!

Bak! 2 Aralık Köleliğin Yasaklanması Günü… Sen hala yasakları deliyor, deliriyorsun! İnsanlık onurunun ayaklar altına alınması anlamına gelen kölelik yerini başka isimler altında sürdürmeye devam etse de bir gün tüm insanlar özgür olacakmış, haberin var mı?

Ben biliyorum! Orası mezar… Dünyada hiç kimse orada seni rahatsız etmez merak etme! Edenler çıkar ama bu dünyadan değil, anlıyorsun değil mi?

Köleliğin Yasaklanması Gününün İlk kanunları; İngiltere’de ve ABD’de 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1807 yılında çıkarılmış, daha sonra diğer Avrupa devletleri onları izlemişti. Avrupa'da İngiltere'den sonra köleliği ilk kaldıran Osmanlı İmparatorluğu'dur.  

Osmanlı'da kölelik, Sultan Abdülmecid döneminde 1847’de bir fermanla yasaklanmıştır. 1926’da Milletler Cemiyeti bütün dünyada köleliği yasaklamış, daha sonra Birleşmiş Milletler de bu hükmü teyit etmiştir.

Sen varlığınla, olduğun haliyle zaten zenginsin, şükretmesini bilirsen! Bir hikâye ile hatırlatmakta yine da yarar var. Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar: "Eski gazeteniz var mı?” Diye sordu.  Çocukların ayakları su içindeydi.
"İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri.

Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu...
Erkek çocuğu bana döndü "Siz zengin misiniz?" diye sordu.

Zengin mi? "Yo hayır!" diye cevaplayınca; Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım" dedi.  Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu.

Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Bana çok önemli bir şeyi hatırlattılar. Düzenli bir ailem, fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Yerdeki halı da izleri kalmıştı. Silmedim ayak izlerini. Meğerse ne denli zengin olduğumu farkında değilmişim!
Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları