MAHKEME KADIYA MÜLK DEĞİL

Hiçbir kimse, bulunduğu kamu hizmetinde ömrünün sonuna kadar baki kalamaz. Bir süre sonra bu işe başkası getirilir ve ayrılmak zorunda kalır ya da emekli olur. Bunun yanı sıra insanlar yaşamları boyunca yüksek mevkilere de gelebilirler. Ne olursa olsun kişilerin elde ettikleri makamlar geçicidir.

Değişmeyen tek şey makamın kendisidir. Bu yüzden yüksek makamlarda olan kişiler elde ettikleri başarıdan dolayı kibirlenmemeli, etrafındakileri küçük görmemelidir. Çünkü bir gün görevleri sona erecek ve makamlarını bir başkasına bırakmak zorunda kalacaklardır.

Öyleleri var ki sanki o iş kurumunun sahibi… Her şey ondan sorulur. Amiyane bir tabirle oranın kelek keseni… Hiç böylelerini tanıdınız mı? Tanıyoruz dediğinizi duyar gibiyim. Peki, emekli olduktan veya o iş yerinden ayrıldıktan sonra ki halini bilir misiniz? Nasıl da kuzu gibi değil mi?

Bir de benzeri konumda olan zenginler var… Tepeden bakışlar… Alaycı ve küçümser konuşmalar… Ne ararsanız var… Amaaa… Mal, adama hem dosttur hem düşman biline... Mal belki ona rahat bir yaşayış sağlar. İyilikler yapma, hayır işlerine yardım etme imkânı verir.

Düşmandır, çünkü kişinin azmasını kolaylaştırır. Bundan başka, mala göz dikenler çok olur. Bu yüzden anlaşmazlıklar çıkar; mal sahibinin canına bile kıyılır. Hele her şeye güvensiz, herkesten tedirgin olarak yaşaması da ayrı bir cabası…

İnsan mal kazanacağım diye sağlığını, canını tehlikeye düşürmemelidir. Tam tersine, sağlığını korumak, canını kurtarmak için malını harcamaktan çekinmemelidir. Malı kazanan insandır. Can sağ olmalıdır ki mal kazanılabilsin.

Kişi sağlıklı olduğu sürece çok çalışarak mal mülk edinebilir. Ancak sağlık kaybedildiğinde çalışılmadığından kazanç da sağlanamaz. Bu nedenle sağlığa dikkat edip sağlık için gerekli harcamalar yapılmalıdır. Zira mal canı kazanmaz, can malı kazanır.

Malı mala canı cana ölçmelidir. Malımız ve canımız bizim için ne değerde ise başkalarının mal ve canlan da kendileri için o değerdedir. Öyleyse bizim malımıza ve canımıza gelmesini istemediğimiz bir zararın başkasının malına ve canına gelmesini nasıl hoş görebilir, buna nasıl izin verebiliriz?

Onun yerine hoşgörü ve dostluk bağlarını güçlendirmek daha evla değil midir? Örneğin bir kimseye ziyafet çekmek ya da armağan vermek, onun karnını doyurduğu, bir gereksemesini karşıladığı için değil, aradaki sevgiyi artırdığı için değerlidir.

Bir kişiye armağanlar almak ya da onu yedirip içirmek mutlu eder, kendine değer verildiğini hisseder. Zaten amaçlanan, kişinin ihtiyaçlarını karşılamak değil, aradaki sevgi bağlarını güçlendirip çoğaltmaktır.

Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları