MİSAFİR MİSAFİRİ SEVER Mİ?

Misafir kabul etmek veya misafir olmak sevap derecesi büyük amellerdendir. Misafire hürmet, izzet ve ikram dinen vaciptir. Misafir rızkı ile beraber gelir ve ev sahibinin günahlarının bağışlanmasına vesile olarak gider.

Müslüman halkımızın arasında çok söylenen bir söz vardır: «Misafir on rızık ile gelir, birisini yer dokuzunu bırakır gider» derler. Yani misafir geldiği evi bereketlendirir, demektir. Misafirperverlik ecdadımızın dünyaca takdir edilen güzel hasletlerindendir.

Misafire ikram hem maddi hem de manevi bakımdan bir zevktir. Köylerde misafir odaları, şehirlerde misafirhaneler kurmak bizim geleneklerimiz içindeydi. Memleketimize otelcilik cumhuriyetle beraber girmiştir. Bu batıdan bize gelen bir anlayışın ürünüdür.

Bunu görüntüleyen laflar aramızda atasözü haline getirilmiş. Diyorlar ki: «Misafir misafiri sevmez; ev sahibi hiçbirini sevmez». Bu söz inancımıza, adetlerimize, mefkûremize,  bizi biz yapan hasletlerimize ters bir ifadedir. Bizim inancımızla olgunlaşan toplumda «Misafir misafiri sever; ev sahibi de her ikisini sevip bağrına basar.» Misafiri için varını-yoğunu ortaya koyar. Ona ikram için can atar.

İslâm kültürüyle şekillenmiş toplumlarda misafir misafiri sever, ev sahibi her ikisinin misafirperverliğini yapmayı kendisi için nimet kabul eder. Onun için bizim inancımıza göre: «Misafirin gelmediği eve melek girmez.» Efendimiz (sav) buyuruyor ki: «Misafir istemeyen kimsede hayır yoktur.»  

Vaktiyle Hacı Abdullah adında zengin ve cömert bir adam vardı. Sıcak bir yaz günü hurma bahçelerine doğru gidiyordu. Yol kenarındaki çeşmede elini yüzünü yıkadı. Salkım söğütün altında dinlenmeye başladı. Yandaki tarlada siyah bir köle zevkle çalışıyordu. Bir ara öğle yemeğini yemek üzere çitin kenarına oturup çıkınını açtı.

İçinde üç parça ekmek vardı. Ekmeği ağzına götüreceği sırada bir köpek çitten atlayıp yanına geldi. Köle çıkını köpeğin önüne döküverdi. Aç olduğu anlaşılan hayvan, ekmekleri bir solukta yiyip bitirdi. Hacı Abdullah bu işe pek şaştı. Kalkıp kölenin yanına geldi. Onunla konuşmaya başladı:

-  Efendin her gün sana ne kadar yiyecek veriyor?
- Üç parça ekmek…
- Öyleyse azığının hepsini niçin köpeğe verdin?
- Bu, yabancı bir köpek… Zavallının uzaktan geldiği belli... Üstelik çok da aç. O açken ben karnımı nasıl doyururum?

Derisi siyah fakat kalbi bembeyaz olan kölenin bu engin merhameti Hacı Abdullah'ı pek duygulandırdı. Onunla konuşmaya devam etti:

- Peki, sen bütün bir gün aç ne yapacaksın?
- Bir günlük açlıktan insana ne zarar gelir!

Hacı Abdullah içinden "yahu bu köle benden daha cömertmiş" diye söylendi. Bahçenin sahibiyle görüşerek orayı içindeki köleyle birlikte satın aldı. Sonra bu şefkatli insanı âzâd edip hürriyetine kavuşturdu. Bahçeyi de ona hediye etti.

Kölenin bu hareketi, Peygamber Efendimiz zamanındaki bir olayı hatırlatıyor: Efendimizin arkadaşlarından biri, bir yabancıyı evinde misafir etmişti. Fakat evde bir kişilik yemek vardı. Lambayı yakmadılar. Bir kap yemeği sofraya koydular. Kendileri de yiyormuş gibi yaptılar. Ertesi sabah o sahabeye Efendimiz şu müjdeyi verdi: "Bu gece misafirinize yaptığınızdan, Allah pek hoşnut oldu.”
 


Yazarın Diğer Yazıları