SEVGİ, CÂN’A KANATLANIR

Yüreğinde hatıralar saklayan güneş yüzlü günler! Ahh! O günler! Eksilmeyen mutluluğun, azalmayan heyecanın, masumluğumun ülkesinde, mevsimlerimi şenlendirirdi, sevdamın unutamadığı yıllar...
Yeniden ulaşamayacağı kadar bir gelecek olan mâzi, hayatın ancak ama ancak doyumsuz zevklere kanatlanmak için verilmiş olduğuna inanan, gölge vuramaz gerçekler eliyle kurduğu şahane manzaradan, güzellikler çağı barındırır yüreklere...
Ama yıllar, bir annenin aşkıyla başlar, bir papatyanın yapraklarında umut arar. “Seviyor, sevmiyor” diye... Bazen yapraklardaki umut, bir annenin sıcacık göğsünde son bulmasa da, gözlerden akan incilerden bir sevgi yumağı oluşur.
Dualar, korkunun ve beklentilerin giriş kapısıdır. Çağın ihtişamı, dualara kapılarını acar mı acaba?
İnsan bazen o çağa ihtişamı karşısında ürkek bir güvercinin ki gibi çarpan yüreğinden uzatılmış aşk düğümlü bir dinamit atıverir. Her sitem, bir kıvılcım gibi, alev alır dinamitler üzerinde, yaralar taa derinden cananı...
Yaşamaya yetecek kadar bir sahte anlam dünyası kurmak, kısa süreli de olsa, huzur ortamı hazırlamak ne kadar mümkün olur? İlk yol herkesin adımını atabileceği gibi kolay değildir. Çünkü ölümle tanışmak, ölü bir hayatı taşımak kadar zor ve korku doludur. Diğeri, bakışları yerde sürünenlerin göremeyeceği kadar yüksek...
Yaşadığımız çağa bir ad koymak gerekseydi, bunun adı ne olabilirdi dersiniz? Hiç tereddütsüz “kaçışlar çağı” olurdu.     Niçin kaçışlar çağı? Yaptıklarıyla, yaşadıkları döneme imza atan insanlar, ürkütücü bir panorama ile karşı karşıya bırakırlar gönül dünyasını...
Bilinçsiz sürdürülen ama onun heyecanını zevklerin zirvesine ulaştıran, soluk, soluğa kaçışlar için öylesine yaşlıdır ki gönüller; kendini, zamanı, insanı, dünyayı, mutluluğu, aşkı bile tarif edemez.
Hele hızlı bir telaş tufanı ve ardından cevapsız sorular yağmurunu asla! Hatta böyle bir kaygı taşıyabilme gücü olmayanları da bilir de, asrın yorgun ayaklarıyla sırtlayamaz acı gerçekleri!
Kalp, beynin efendisidir. Güzelliği gören aklına başvurmuyor, oysa;     “Kim ne kadar sevgiye layıksa onu, o kadar sevmeli! İnsan yıldızları sever, ama bağındaki meyveler kadar değil... Dallarda asılı meyveleri sever, ama elindeki birbirini tamamlayan parmakları kadar değil... Elini, ayağını, gözünü, kulağını sever, ama aklı kadar değil... Komşusunun çocuğunu sever, ama kendi evladı kadar değil...
Her aldığımız nefes hayatın içinde yaşamak için bir umut, bir sevgi, gerçeklerin aynası, yaşamın damgası, yorgunluğun nefeslendiği an, taze yüreklere kan, bitkin bedenlere candır. Hayatın başlama noktasıdır yeni bir nefes... İşte o zaman cananı, candan sever, sevda savaşında bir nefer, hayatı tek ümide bağlamayı reddeder. Yüreğindeki sonsuz merhamet, aşkından da beter, tüm insanların bu duygularını paylaşmasını ister.    
Çünkü o koşmaz, sadece yürür. Çünkü o sevginin ta kendisidir, cân’a kanatlanır. Sevginin hararetine; güneşe katlanan gökyüzü gibi katlanır. Özveriyi âb-ı hayat suyu gibi yudumlar.
Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları