YENİ HARFLERİN SERÜVENİ -4

Efendim biz hikayemize kaldığımız yerden devam edelim. Aslında bu anlattığım gerçek bir olay, uydurma değil… Çünkü sözünü ettiğim Türkçe-Latin harfleriyle yazılmış Kuranı Kerimi ben Almanya’dan getirdim. Yani bende bir numunesi var demek istiyorum.

Fakat Arap dilinde değiştirilemeyen sekiz tane secavet harfleri Türkçe yazamadılar. Dolayısıyla ve mecburiyetten bu sekiz secaventi hiç değiştirmeden Türkçe karakterlerin arasına koydular. Ancak bunu Atatürk’e nasıl izah edeceklerini bilemediler.

O anda gözden kaçırdıkları bir husus vardı; Kemal Paşanın Kuranı Kerime karşı hiçte yabancı olmadığı idi. Sonra akıllarına geldi ve cesaretlerini toplayarak Paşanın huzuruna çıktılar. Biraz zamansız gelmişlerdi. Zira Atatürk üç Ali paşasıyla çilingir sofrasında idi…

Uzatmayalım! Yaverini fırçalayan paşa, ulemaları kendi odasına aldıktan sonra merakla ne diyeceklerini bekler. Birbirlerinin yüzlerine bakan ve birbirlerinden adeta imdat ister gibi susan hocalardan birisi tüm cesaretini toplayıp konuşmaya başlar.

“Paşam!” Der. Biraz yutkunduktan sonra: ”Paşam! Biz çalışmayı bitirdik. Ancak…”
“Ancak ne Hoca?” Diye sorar Paşa. Hoca tekrar yutkunduktan sonra: “Ancak Kuranda geçen sekiz tane secavent harfleri Latin harflere çeviremedik!” Dedikten sonra susar.

Paşa yine merakla: “Ee? Ne yaptınız peki?” Diye tekrar sorar. Hoca: “Bizde değiştiremediğimiz bu secavent harfleri aynen Latin harfi yerine kendisini bizzat yerine koyduk!” Diyerek bir nefes alır. Büyük bir mesuliyetten kurtulmuşçasına…

Paşa: “Anladım!” Der sakince… “Zaten o harfleri de değiştirdik deseydiniz o zaman şaşardım! Şimdi bu haliyle gidin İstanbul Maarif Müdürlüğüne teslim edin baskıya versinler.” Diye emrettikten sonra Hocalar oradan gönül rahatlığıyla çıkarlar.

Sonunda Türkçe karakterlerle ve Latin harfleriyle Kuranı Kerim İstanbul Maarif Müdürlüğünce baskıya verilir ve piyasaya çıkar. Ne yalan söyleyeyim, şu anda bile ben onu okuyorum. Doğru bir şey mi yapıyorum?

Bilemiyorum ama okuyorum. Gerçi hiçbir şey aslı kadar aslına uygun olamaz ama okuyorum işte! Malum bizim gerçek dilimiz, Altay kolu… Her ne kadar içinde Türkçe, Moğolca, Japonca, Korece, Mançuca, Tunguz’ca dilleri olsa da; mühim olan hitap ettiğimiz insanlarla konuşurken, aramıza duvar örmemektir.

Ki bu diller; Ural ve Altay olmak üzere de ikiye ayırılır. Ural kolunda ise; Fin, Uygur (Macarca, Semoyet, Fince ve lapça dilleri vardır. Sevgili okurlarım! 1-7 Kasım Türkçe-Latin harflerinin kabul günü haftası olarak kutlanır belki malumunuzdur.

Ben diyorum ki; En anlaşılır biçimde konuşmak lazımdır. Bunun için harfleri ve kelimeleri ağzımızdan hakkıyla çıkarmamız şart...  Yoksa Andersen’in “Talihin Pabuçları” masalına döner. Her ne kadar Cumhuriyetle birlikte kelime hazinesinde eksik bilgiye sahip olsak ta; 1300 yıllık bir yazı dili olarak hakkını vermek lazım ve ileri medeniyetlerin taşıyıcısı olmasını dilemek lazım…

Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları