AK Parti Grup Başkanvekili Abdulhamit Gül, TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Cüneyt Yüksel ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Trabzon Milletvekili Mustafa Şen tarafından TBMM Genel Sekreterliğine iletilen raporda, "Giriş", "AK Parti'nin Meseleye Bakışı", "AK Parti Döneminde Atılan Tarihi Adımlar", "Çözüm Arayışlarımız", "Türkiye Yüzyılı ve Terörsüz Türkiye", "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun Çalışma Seyri ve Temsili", "İlkesel Eşik; Tespit ve Teyit Mekanizması", "Kamu Düzeni ve Süreç Yönetimi", "Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge", "Ekonomik Etkiler", "Uluslararası Tecrübeler ve Türkiye Modeli", "Hukuki Düzlem: Müstakil ve Geçici Kanun", "Toplumsal Uyum", "Tasfiye Sonrası Demokratikleşme Perspektifi" ve "Sonuç" olmak üzere 15 başlık yer aldı.
Raporun "Giriş" bölümünde, parti olarak Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bir "devlet ve millet projesi" haline gelen "Terörsüz Türkiye" hedefinin taşıyıcısı olmanın sorumluluğuyla tarihin de doğru tarafında oldukları ve dün olduğu gibi bugün de sorunu çözmek için milletten aldıkları ilham ve destekle çalıştıkları belirtildi.
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunun varlığı, çalışma biçimi, karar alma usulü ve konulara gösterdiği duyarlılığın demokrasi adına önemli bir adım olduğu vurgulanan raporda, Komisyonun sorumluluğuna işaret edilerek, "Bu çerçeve hem geçmişin acı hatıralarını hem bugünün gerçeklerini hem de geleceğin ihtiyaçlarını gözeten bir adalet ve bütünleşme anlayışına dayanmak zorundadır." ifadesi kullanıldı.
Raporda, sürecin teknik düzenlemelerin ötesinde Türkiye'nin geleceğine dair yüksek sorumluluk bilinciyle şekillenen "tarihi bir millet ve devlet görevi olduğu" tespiti yapıldı.
"AK Parti'nin Meseleye Bakışı" kısmında, meselenin bir "demokratikleşme" meselesi şeklinde görüldüğü belirtilerek, "Bizim siyaset anlayışımızda Kürt meselesi, Türkiye'nin kendisiyle imtihanı meselesidir. Sorun, ülkemizin problem çözme yeteneğinin yükseltilmesi ve yönetsel-siyasal kapasitesinin artırılması meselesidir. AK Parti'mizin bu meseledeki duruşu nettir. Gündelik siyasi tartışmalar içerisinde görülemese de tarih ve milletimiz bu gerçekleri açık biçimde görmektedir." görüşü paylaşıldı.
AK Parti'nin kuruluş ve iktidar döneminde meselenin nasıl ele alındığının da yer aldığı raporun, "AK Parti döneminde Atılan Tarihi Adımlar" kısmında "demokratikleşme" adımları ve uygulamaları, sorunun normalleşmesi ve çözüm yollarının açılmasına yönelik adımlar kaleme alındı. Raporda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kürt sorunu olarak belirtilen duruma ilişkin yaptığı değerlendirmelere de yer verildi.
"Çözüm Arayışları" bölümünde, AK Parti'nin sorunu çözmek için attığı önemli adımlardan birinin, "Demokratik Açılım: Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" olduğu belirtilerek, bu dönemde ve "Çözüm Süreci"nde yapılanlara da değinildi.
Kürt meselesinin terör bağlamından net şekilde ayrıştırılarak, siyasi, hukuki ve kültürel boyutlarıyla ele alınması gereken bir demokratikleşme meselesi olarak kodlandığı ifade edilen rapordaki "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunun Çalışma Seyri ve Temsili" bölümünde, Komisyonun bugüne kadar attığı adımlar anlatıldı.
Komisyon çalışmalarında sahadaki toplumsal eğilim, adalet beklentisi ve güvenlik talebinin doğrudan veri olarak değerlendirildiği kaydedilen raporda, yapılan görüşmelerde toplumun tüm kesimlerinde "terör bitsin, evlatlarımız değil, silahlar toprağa gömülsün" düşüncesinin yer aldığı vurgulandı.
Raporun, "İlkesel Eşik: Tespit ve Teyit Mekanizması" kısmında, terör örgütünün silah bırakması, kendini tasfiye etmesi ve varlığının sona erdirilmesinin devlet tarafından tespit ve teyit edilmesinin sürecin en önemli noktası olduğu aktarılarak, şu ifadelere yer verildi:
"Bu an sadece sahada bir fiil değişikliğinin kaydı değil, aynı zamanda hukuki işlemler için bir başlangıçtır. Bu tespit ve teyit olmadan hiçbir ileri aşamaya geçilmemelidir. Tespit ve teyit süreci devletin ilgili güvenlik kurumları arasında sağlanacak koordinasyonla, objektif, ölçülebilir ve kriterlere bağlanmış göstergeler üzerinden yapılmalı, bu sürecin usul ve esasları yürürlükte bulunan uygulamalar dikkate alınarak yürütülmelidir."
Süreç boyunca uygulanacak yöntemlerin şeffaf olması gerektiği vurgulanan raporda, tespit ve teyidin sağlanmasında gösterilecek hassasiyetin sürecin kalıcı bir huzur ve toplumsal güven üretme kapasitesini doğrudan etkileyeceği belirtildi.
Rapordaki "Kamu Düzeni ve Süreç Yönetimi" başlığında, terörün tasfiyesini istemeyen, bundan siyasi, ekonomik veya jeopolitik çıkar devşiren iç ve dış unsurların süreci sabote etmeye çalışabileceğinin açık olduğu değerlendirmesi yapıldı.
Sürecin her aşamasının milletin hakemliğinde yapılması gerektiğine dikkat çekilen raporda, "Süreç siyasi çıkar elde etme süreci değil, ortak geleceği inşa etme idealidir. Süreci manipüle etmeye dönük dezenformasyon ve algı operasyonları karşısında devlet, kurumsal iletişim ve stratejik koordinasyon ile hareket etmelidir." ifadeleri yer aldı.
Toplumsal hassasiyetleri istismar etmeyi amaçlayan girişimlerin hukukun ve devlet otoritesinin kararlı müdahalesiyle karşılanması gerektiğinin altı çizilen raporda, "Şehit ailelerimizi ve gazilerimizi rahatsız edecek hiçbir adıma müsaade edilmemelidir. Aynı şekilde süreci sabote etmeye dönük şiddet çağrıları, nefret söylemi ve kamu düzenini hedef alan eylemler, hukuk devletinin gerektirdiği ölçüler içinde kararlılıkla karşılık bulmalıdır." denildi.
"Türkiye modeli"
Raporun "Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge" bölümünde, Türkiye'nin "Suriye ve Irak sahasında, güvenliğini tehdit eden hiçbir terör yapılanmasının yaşamasına ve genişlemesine asla müsaade edilmeyeceği" ilkesine sahip olduğu vurgulanarak, şunlar kaydedildi:
"Türkiye'nin meseleye bakışı nettir: PKK'nın bölgedeki ve Suriye'deki bütün unsurlarının, örgütün bileşen ve uzantıları oldukları gerçeğinden hareketle, tasfiyesi ve Şam yönetimi ile imzaladıkları 10 Mart Mutabakatı'nın gereğini bir an evvel yerine getirmeleridir. Bu, Suriye'deki tüm kesimler için kazan-kazan durumu yaratacağı gibi Türkiye'nin güvenlik hassasiyetini karşılayacak istikrarlı, terör unsurlarıyla enfekte olmamış, kendi geleceğini kendi milletinin iradesiyle kuran bir Suriye anlamına gelecektir."
Raporun "Ekonomik Etkiler" bölümünde, terörün pek çok konuda " ağır ve çok boyutlu" bir yük oluşturduğu tespiti yapıldı.
Terörün Türkiye'ye maliyetinin 2 trilyon dolar olduğu belirtilen raporda, bu maliyetle yapılabilecek yatırım ve değerlendirmelere değinilerek, terörün sona ermesinin Türkiye'nin ekonomik, toplumsal ve kurumsal kapasitesinin üzerinde yıllardır biriken görünmez yüklerin kalkması anlamına geldiği anlatıldı.
Raporda, "Terörün tamamen tasfiye edilmesi, Türkiye'nin ekonomik kapasitesinin güçlenmesini ve ülkenin gerçek potansiyelinin ekonomiye tam olarak yansıtılmasını mümkün kılacaktır." görüşü aktarıldı.
Raporun "Uluslararası Tecrübeler ve 'Türkiye Modeli" başlığında, Türkiye'nin terörle mücadele birikimi hatırlatılarak, ülkenin ve milletin iradesinin, toplumsal bütünlük ile siyasal kararlılık çerçevesinde en doğru modeli oluşturabilecek yetkinliğe sahip olduğu kaydedilerek, "Uluslararası tecrübeler, yalnızca yol gösterici ve karşılaştırmalı bir çerçeve sunmalı, asıl model ise Türkiye'nin kendi hukuk sistemi, toplumsal yapısı ve devlet geleneğinin üzerinde yükselmelidir." değerlendirmesi yapıldı.
Raporun, "Hukuki Düzlem: Müstakil ve Geçici Kanun" başlığı altında, terörün ve şiddetin kalıcı şekilde ortadan kaldırılması yalnızca güvenlik tedbirlerinin sürekliliğine değil, öngörülebilir, toplumca benimsenmiş ve devletin uzun vadeli hedefleriyle uyumlu bir hukuk çerçevesinin oluşturulmasına bağlı olduğu bildirildi.
Sürece ilişkin yasal düzenlemenin müstakil ve geçici kanun niteliğinde hazırlanmasının, hukuk tekniği bakımından bir tercih değil, zorunluluk olduğu anlatılan raporda, "Bugüne özgü yeni tanımlamaların olduğu müstakil bir kanunun hazırlanması en doğru ve hukuken en gerçekçi yaklaşımdır." ifadesi kullanıldı.
Raporda, "Bu kanunun yalnızca temel ilkeleri belirlemekle yetinmemesi, izleme ve doğrulamaya ilişkin mekanizmaları, kapsam ve sınırları, usule ilişkin hükümleri, denetimli serbestlik uygulamalarını, erteleme ve infaz düzenlemelerini, idari makamların sorumluluk, görev ve yetkilerini, gözlem süreçlerini ve istisnai hükümleri bir bütünlük içinde düzenlemesi gerekmektedir. Müstakil kanunun kapsamı belirlenirken, düzenlemenin yalnızca varlığını sona erdirdiği tespit edilen ve doğrulanan terör örgütleri bakımından uygulanacağı açıkça tarif edilmelidir. Bu tespit ve doğrulamanın ise devletin en üst güvenlik organları eliyle oluşturulan kurumsal bir mekanizma tarafından yapılması zorunludur." değerlendirmesine yer verildi.
Kanunun temel yaklaşımının örgütün kendisini feshettiği bir dönemde kamu güvenliğini, toplumsal onarımı ve hukuki istikrarı birlikte gözeten bütüncül bir çerçeve oluşturması gerektiği belirtilen raporda, şu ifadeler paylaşıldı:
"Bu modelde temel amaç, silahı ve şiddeti reddeden bireylerin topluma yeniden kazandırılmasını mümkün kılacak düzenli, öngörülebilir ve denetime açık bir çerçeve oluşturmalıdır. Kişilerin hukuk düzeniyle uyumlu bir biçimde toplumsal yaşama katılabilmesi için gerekli şartlar belirlenmeli, devletin güvenlik ve adalet fonksiyonlarının işlerliği muhafaza edilmelidir. Böylece hem bireysel rehabilitasyon hem de toplumsal bütünleşme süreçleri aynı anda desteklenmiş olacaktır. Bu çerçevede terör örgütü mensupları bakımından fiilin niteliği ve kişinin örgüt içindeki konumu esas alınarak farklılaştırılmış, ölçülü ve denetlenebilir bir hukuki çerçevenin oluşturulması önem arz etmektedir. Yapılacak düzenleme, örgüt mensuplarını yeknesak ve soyut bir kategorik değerlendirmeye tabi tutmak yerine, örgütsel faaliyet kapsamında ortaya çıkan bireysel sorumluluğun kapsamını ve yoğunluğunu merkeze alan bir yaklaşımla değerlendirmelidir.
Bu yaklaşım doğrultusunda yalnızca örgütsel aidiyet olgusu değil, kişinin somut eylemleri, bu eylemlerin örgütsel faaliyet içindeki yeri ve toplumsal sonuçları birlikte dikkate alınmalıdır. Bu nedenle işlenen fiilin ağırlığı ve toplumsal etkisi bakımından da ayrım yapılmalıdır. Söz konusu ayrım, mutlak bir yaptırım anlayışını ya da sınırsız bir müsamahayı ifade etmemelidir. Bilakis bu yaklaşım, hukuki sorumluluğun bireyselleştirilerek adil biçimde tespit edilmesini ve ceza adalet sisteminin amaçlarıyla uyumlu şekilde işletilmesini hedeflemelidir. Bu kapsamda fiilin ağırlığı, kişinin eylem üzerindeki etkisi, örgütsel yapı içindeki konumu ve eylemin doğurduğu sonuçlar birlikte değerlendirilmekte, soruşturma, kovuşturma ve infaz süreçlerinde başvurulabilecek hukuki mekanizmaların ölçülülük ve orantılılık ilkeleri çerçevesinde tayin edilmelidir. Böylece ceza hukukunun temel ilkeleri muhafaza edilirken, aynı zamanda adalet duygusunu zedelemeyen, öngörülebilir ve denetlenebilir bir uygulama zemini tesis edilmiş olacaktır."
"Toplumsal Uyum"
Raporda ayrıca, geçmişte örgütsel yapıyla ilişkisi bulunan kişilerin durumunun genel bir hukuki uyumlandırma politikası çerçevesinde değerlendirilmesi, bu değerlendirme sırasında bireyin mevcut tutumunu, silahı ve şiddeti reddetmesi ve hukuk düzenine uyma iradesinin esas alınması gerektiği tespitinde bulunuldu.
"Müstakil kanununda bireylerin sürece uyumunun düzenli olarak izlenmesi, suçun tekrarı ihtimalini azaltan hukuki bir güvenlik mekanizması oluşturacaktır. Bu çerçevede belirlenen izleme sürecinde yeniden suç işlenmesi halinde, ilk fiil nedeniyle sağlanan imkanlar ortadan kalkmalı, yeni suç ile önceki fiil ceza hukuku bakımından içtima ettirilerek bir bütünlük içinde değerlendirilmelidir." önerisine yer verilen raporda, hukuki düzenlemenin amacının "suçu mazur görmek ve affetmek değil, silah ve şiddeti reddeden bireyin topluma dönüşünü kolaylaştırmak, toplumun adalet beklentisini korumak ve toplumsal huzuru ve güveni yeniden tesis etmek" olarak nitelendirildi.
Raporun "Toplumsal Uyum" kısmında ise güçlü bir kurumsal koordinasyon gerektiği vurgulanarak, "Topluma uyum politikası, Türkiye'nin huzur ve güveni, güçlü demokrasi ve sürdürülebilir toplumsal düzen hedefinin merkezinde yer almaktadır. Güvenliğin sağlanması sürecin başlangıcı olsa da sosyal, ekonomik ve psikolojik iyileşmenin sağlanması, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi vizyonunun gerçek anlamda hayata geçmesini sağlayacak en önemli unsurdur." ifadesi kullanıldı.
"Tasfiye Sonrası Demokratikleşme Perspektifi"nde, terör baskısının kalktığı yeni dönemde demokratik siyaset zemininin güçleneceği, vesayet ve tehditlerin tamamen ortadan kalkarak meşru siyasal tartışma alanının genişleyeceği değerlendirmesi yapıldı.
Demokratik siyasetin önündeki tüm sınırlandırıcı unsurlar kaldırılırken, terörün ve vesayet odaklarının siyasete müdahalesine hiçbir surette izin verilmeyeceği belirterek, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu gibi kanuni çerçevelerin ele alınarak yüksek standartlı demokrasi yolunda ilerlemeye devam edileceği anlatıldı.
Raporun "Sonuç" bölümünde, hazırlanacak kanunun ilgili tüm kurumların görüşlerini alması, sahaya ilişkin verilerin, hukuki risk analizlerinin ve uygulamaya dönük öngörülerin dikkatle değerlendirilmesi gerektiği vurgulanarak, şu ifadelere yer verildi:
"Bu dönemin güvencesi, güçlü siyasal irade, kapsayıcı politikalar, kurumsal koordinasyon, şeffaf süreç yönetimi ve toplumun ortak iradesidir. Böylece Terörsüz Türkiye hedefi adım adım, sağlam bir hukuki düzenleme silsilesiyle ilerleyecek, hukukun üstünlüğünü ve daha ileri demokratik standartları gözeten bir siyasal olgunlukla sürdürülecektir. Bu yolda atılan her olumlu adım yeni adımları kolaylaştıracaktır. Böylelikle Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi hedefi, günlük hayatın her alanında hissedilen somut bir kazanım haline gelecektir."
Kaynak: AA