OSMANLI VE DÜNYADA ZENAATTEN SANATA

(Türk) eyerleri öne ve arkaya yerleştirilmiş tahtadan bir çift eyer kaşından meydana gelmiştir. Bu iki kaş ve bağlantıları eyerin çatısını teşkil eder. Ön kaşta, iki yana doğru birer simit yastık vardır. Bunların vazifesi bacakları tutmaktır. En mükemmel eyerler 15. ve 16. yüzyıllarda imal edilmiştir. 17. Yüzyıla kadar eyerler semerliydi. Bu da atlının bacaklarını sıkıca tutmaya yarardı. 18. Yüzyılda kullanılan saltanat eyerlerinde sadece önde semer bulunurdu. (...) 

 

İstanbul Çarşısında bu eski eyerlere bazen rastlanmaktadır. Üzengiler ise çok çeşitlidir. Bazıları kundura gibidir. Bazılarının tabanı ayakkabı boyundadır. Bazılarının ucu da sivri ve kıvrık olup mahmuz olarak da kullanılır. (...) Eski Arap ve Türk eyerlerinin gümüşle veya mineyle işlenmiş olanları da vardir ki bunlar birer sanat eseridir." 

 

Yazar, karoseri işlerinin, Türk sanatları arasında geleneksel bir yeri bulunmadığını ve meşin tenteli veya karoserli atlı arabaların yayılmasından sonra, saraçların zorunlu olarak bu işlerede yöneldiklerini yazar. Ama, Türk saraçlarının yaptığı karoserlerin, Avrupa'da imal edilenlerle kıyaslanamayacak kadar basıt olduğunu da vurgulamaktadır. Avrupa arabalarını uzun uzun anlattıktan sonra sözü Osmanlı ustalarının yaptığı arabalara getirerek şu önemli bilgileri eklemektedir: 

 

"XV. Louis devrinde (Krallığı 1715 - 1774) bir çok gala arabaları Osmanlı Sarayına gönderildi ve Türk karosları da bu modeller üzerinden yapıldı. Şarkta arabalara at, öküz ve manda koşulurdu. Bunlar asma veya doğrudan dingile yerleştirilirdi. Fakat (Türk saraçların yaptığı arabalar) Avrupa arabaları gibi muhteşem şekilde dekore edilmemiştir. 

 

Bununla beraber Türk arabalarının bir karakteri vardır. Kırmızı kumaştan bir örtüyle örtülü olup oymalı bir çerçeve içine alınmıştır. Atların koşumları gümüş parçalarla süslüdür. 

 

Doğunun parlak güneşi altında, uzun kollarının gümüş düğmeleri ışıklar saçan seyis üstlüklü sürücü de son derece dekoratiftir." 

 

İSTANBUL TABAKHANELERİ

 

Tabak esnafı, vaktiyle zenginlikçe diğer esnaftan çok üstündüler. İstanbul'da bulunan tabakhaneler, Eyüp, Kasımpaşa, Tophane, Üsküdar, Yedikule semtlerinde idi. Her semtte on beş yirmi gedikli dükkan vardı. Bu dükkanların her biri birer fabrika halinde ikişer üçer katlı büyük binalardı. Her dükkan bir ustanın idaresinde idi. Her birinde bostan kuyusu büyüklüğünde kuyular, büyük kazanlar ve aletler bulunurdu. Çırak ve kalfalar, onar on beşer işçilerle sabahın erken saatlerinde işe başlar, akşama kadar durmadan çalışırlardı. Her tabakhanenin hayvanla döndürülen birer değirmenleri bulunur, burada palamut öğütülürdü. Son altmış yetmiş yıl içinde (19. yüzyılın ikinci yarısında) bu esnafın işleri itibardan düştü. Ticaretleri de söndü. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi, Fatih'ten III. Selim'e kadar bazı padişahlar tarafından verilen fermanlar  gereğince İstanbul içindeki salhanelerde kesilen bütün hayvanların derileri üzerindeki kılları ile beraber tabakhane esnafına verilirdi. Bu derileri Tabakhane esnafı rayiç kıymeti ile satın alır, derisini işler, kıllarını da satarak ikisinden de faydalanırdı. Bunlar gedikleri muhafaza edemediler, dışarıdan, "" hissedar olmayan kimseler derileri toplayarak başka yerlere satmaya başladılar. Tabak esnafi ise işleyecek deri bulamadı. (...) Tabak esnafının çökmesi ne diğer bir sebep, bu sanatın Avrupa'da gelişmesi, bizimkilerin bu gelişmeye ayak uyduramamaları, eski halde kalmaları, itibarlarının düşmesine yol açtı. 


Yazarın Diğer Yazıları