TARİHİ HİCAZ TRENİNDEYDİK

Bütün dünya ve şehirleri sanat evim ve sanat müzem.Gerek dünya gerekse Anadolu'muz şehirlerinde Türklerin asırlar boyu geliştirdikleri el sanatları alanında güzeli arama yolunda çeşitli dallarda verdiği örneklerde engin bir geçmişle güçlü ve güzel ürünlerini büyük bir sevgi ve sevinçle tetkik ettim. Sanat ağırlıklı gezilerimi sadece "gezdim, gördüm„ demek için yapmadım. Mekânı görmenin önemli olduğunu, ama nasıl asıl merak ettiğim şeyin mekândan yola çıkarak, o mekânı meydana getiren insanı ve toplumu ve en mühimi sanatı çözümlemek olduğunu, dünyanın her yerinde Türklerin inceliklerini büyük emek ve sabırla yaptıkları unutulmayacak eserleri ve mekânla insan ve sanat arasındaki ilişki beni çok ilgilendirdi. Güzeli arama yolunda dünyada güzel sanatlar güzel insanlarımıza verilmiş bir kabiliyet olup sanatkar ruhlu Türkün el emeğinin, göz nurunun güzel eserlerinin her birisi başka bir makamda türküler söylemekte ve hiç eskimeyen güzellikleri gönlümde ayrı bir sevgi oluşturmaktadır. Şekil ve renk dünyası güzellikleri simgeleyen bir dost sarayına benzemektedir. Türkün, dünyanın her gittiğim şehirlerde sanat eserlerine estetik ruhunun sinmesi bende ayrı bir sevgi ve coşku yarattı.

 

Şehirler bir yaşama ve düşünce biçimi olan medeniyetlerin üniversiteleridir. Tarih içinde her medeniyetin duvarsız ve kapısız üniversitesi olmuş şehirler vardır. Artık kültürler arası yarışlarda güç ülkelerden şehirlere geçiyor. Bir kültürün güç ve zenginliği şehirlerine somut bir şekilde yansır. Şehir, mabetleri, çarşıları, okulları, işyerleri ve evleriyle ait olduğu medeniyetin hayat kaynaklarını oluşturur. Yüzyılların içinde oluşmuş şehirleri olmayan medeniyetlerin ruhu ve derinliği de olmaz.

Yolculukta ferahlık vardır. Farklı kültürlerin meydan okumasıyla karşı karşıya gelmeyen toplumla, kendilerini yenileyemezler. Dünyadaki gelişmelerin boyutlarını, derinliğine bütün ayrıntılarıyla kavrayabilmek için bir yolcu gibi olmasını bilmek gerekir. Yolcular için ülkelerden daha çok şehirler vardır. Ancak, şehirleri birinden girilip, birinden çıkılan iki kapılı bir ev gibi görenlerin sevdikleri şehir doğdukları şehir değil, sevdikleri şehirdir. Tarihi ve kültürel bir yüzük taşı gibi duran ve zümrüt gibi çiçek açan Türkün elemeği mirasın şehirlere de bir ruh kazandırdığı ve ziyaret edenlerinde bu ruhu algıladıklarını anlıyorum.

Stein Rein, Avrupa'nın en büyük ve gözde gölü Bodense'ye doğru yer alan Ren'in kıyısında kurulmuş bir taşra kasabası. Bugün görmüş kasabanın tarihini, her Avrupa şehrinde olduğu gibi Markt Platz'da yani Pazar meydanında okumak mümkün.

Hemen bir evin üzerine çizilen resimleri seyrederken, o binada olup bitenleri adeta dün olmuş gibi gözlerinizin önünde canlandırabilirsiniz. İşte bu evlerden biri de eski bakanlardan ve büyükelçilerden Johann Rudolf Schmid'e ait olanı. Elçinin doğduğu evin Pazar meydanına  bakan ön cephesinde, onun İstanbul'a gidişini tasvir eden bir duvar resmi çizili üzerindeki kitabede ise şunlar kayıtlı: «I. Kaiser'e Viyana'da bakanlık, Sultan'a İstanbul'da elçilik yapan hemşerimiz Kont Rudolf Schmid Schwarzenhorn, bu doğduğu evi, 27 Şubat 1664 yılında ziyaret etmiştir.

İşte Türkün gurur tablosu: Stein Rein, belediyesinin içi, kasabanın yüz yıllık tarihini günümüze taşıyan tablo ve antika eserlerle dolu. Bizim için önem taşıyan tablo ise 5. katta bulunmakta. Bir duvarı süsleyen bu tabloya yansıtılanlar şunlar: Arka cephede bir sahne ve o sahnede o zamanlar henüz çocuk olan Osmanlı Sultanı IV. Mehmet'in Avrupa elçilerini kabulü. Biri diz çökmüş, itimatnamesini sunuyor. Arka planda, Alman İmparatorunun elçisi, Rudolf Schmid. Elinde sunacağı mektup ile sırasını beklemekte. Ön cephede ise, kraldan sonra en yüksek derecede memurun giydiği giysiler içinde Kont. Hatıralarından öğrendiğimize göre, elçi iki saray görevlisinin nezaretinde diz çökerek kralının mektubunu takdim etmiş. 1643 yılında yapılmış olan tablonun altına Schmid, şu notları bizzat kaydettirmiş:

 

"Bu tabloyu bizden sonraki yıllarda inceleyecek olanlar şu diz çöküşü belki hayret ifadeleriyle seyredecekler. Bilhassa şunu vurgulamaktan gurur duyarım ki, çocuk yaşlarında da olsa bir Osmanlı Sultanının önünde diz çökmek biz Avrupalı diplomatlar için bir şereftir. 


Yazarın Diğer Yazıları