DOLAR
40,96
EURO
47,59
STERLİN
55,37
GRAM
4.408,08
ÇEYREK
7.230,82
YARIM ALTIN
14.468,75
CUMHURİYET ALTINI
28.796,18

MİKAİL BAYRAM

 

Konya Aydınlar Ocağı, geçen yıl vefat eden Prof. Dr. Mikail Bayram'ın birinci vefat yıl dönümünde anma programı düzenledi. Konevi Derneği salonundaki programa Ankara'dan konuşmacı olarak katılan yayıncı ve editör Dr. Mehmet Akif Koç, merhum Mikail Bayram ile tanışma ve çalışma süreci ile hocanın ilmi yönünü anlattı.

Merhum Mikail Bayram'ın kızı Fatma Zehra Bayrak, fotoğraf sunumu eşliğinde kısa bir teşekkür konuşması yaparak "Ben babamın Türk Dili ve Edebiyatı tahsili yapan kızıyım ve onun evladı olmaktan son derece mutluyum. Babam tarihçi olmanın yanında aynı zamanda şairdi ve 84 yıllık ömrünün emeklilik dönemini şiir yazmaya ayırmıştı. Şiirlerini ilk dinleyen ben olurdum ve musahhihliğini de yapardım. Babamla ilgili böyle bir program düzenlemiş olmasından dolayı Konya Aydınlar Ocağı'na ve değerli katılımcılara çok teşekkür ediyorum” dedi.

Yayıncı ve editör Dr. Mehmet Akif Koç Mikail Bayram ile ömrünün son beş yılında tanıştıklarını kaydederek "Ben esasen Orta Doğu üzerine çalışıyordum. Mikail hocam 79 yaşına gelmişti ve bin beş yüz sayfa civarında notlarının kitap haline getirilmesi gerekiyordu. Ben bu çalışmada onun editörlüğünü yaptım. Bunlar nehir söyleşisi tarzında notlardı. Bu çalışmayı yaparken Mikail hoca ile epey zaman geçirdik ve onu yakından tanıma imkânım oldu

İran Devriminin Lideri Ayetullah Humeyni'nin 1964 yılında Türkiye'de sürgün dönemi yaşamıştı. Mikail Bayram, Humeyni ile bu sürgün döneminde tanışıp sohbet etmiş ve notlar almış. Geniş ve elit bir çevresi vardı. Seyyid Hüseyin Nasır, Muhammed Hamidullah, Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Zeki Velidi Togan gibi pek çok yerli ve yabancı dostları vardı.

Mikail Hoca Moğolların Anadolu'yu istilası, Doğu meselesi, Ermeni tehciri gibi pek çok konuyu araştırdı, Osmanlı ve klasik İran şiiri üzerine çalışmalar yaptı. Hocanın şiir yanı çok güçlüydü. Günümüzde aruz vezni ile yazabilen son şairlerdendi. Fakat bunları yayınevlerinde bastıramamış ve 2004-2005 yıllarında ofsette bastırabilmiş.

Pandemi döneminde sağlık sorunları yaşıyordu. Hocanın tarihleri ve şahsiyetleri karıştırmaya başlamıştı. Bu nedenle birlikte çalışmayı sonlandırdık. Bu dönemde hocanın Selçuklu Anadolusu ile jübile yapmasını çok istemiştim, şükür öyle de oldu. Bu noktada Hocanın Türk düşünce hayatındaki yerine vurgu yapmak istiyorum. Mehmet Azimli hoca, Müslüman düşünürler içinde belli dönemlerde devletin zulmüne uğrayanları yazardı. Benden de Mikail Bayram'ı yazmamı istemişti. Zira Mikail Hoca akademyanın taşrasına itilmişti.

Türkiye'de Çaldıran Savaşından beri İrancılık-Anadoluculuk vardır. Mikail Hoca Hoy'dan göç etmiş, özü itibariyle İranlı ve Sunni bir Türkmen aşiretindendir. Köklerinin İran'dan gelmiş olması akademide sürekli karşısına çıkarılmış. Bu, hocanın birinci çatışma alanıdır..

Akademya da 1960-70'li yıllardan bu yana süregelen şehirli-taşralı ayrımı vardır. Mikail Hoca bunu hem talebeliğinde hem de hocalığında derinden yaşamış. Nuretin Topçu gibi ona da akademide görev verilmemiş ve öğretmenlik yapmıştır. Bu da hocanın ikinci çatışma alanıydı.

Mikail Bayram; Mümin, İslâmcı ve İslâm'ın politik yönüne inanan bir insandı. Halil İnalcık bir eserinde Selçuklu'dan Osmanlı'ya geçişi anlatırken Mikail Bayram'a atıf yapmıştır. Bu çok değerlidir. Hatta o kadar ki, kıskanılacak derecede değerli bir başarıdır. Nitekim İnalcık'ın altyapısını hazırlamasıyla Mikail Bayram'a Bilkent Üniversitesinde görev verilecek ve orada tarih çalışıp Farsça dersi verecekti. Lojman bile ayarlanmıştı fakat son anda İrancı olduğu gerekçesiyle bu iş engellendi. Oysa hocanın Şii olması söz konusu değildi. İrancı olarak kodlandığı için Şii zannedilmesine ve ilminin değerlendirilmemesine gönül koydu. Tarih alanına İlahiyattan geçiş yapmıştı ve bu sebeple zaten sıkıntı çekerken doçentliği de birkaç yıl geciktirildi. Bu da hocanın üçüncü çatışma alanıydı.

Mikail Bayram, ömrünün son yıllarında, İngilizce öğrenmemiş olmasını hata olarak yorumluyordu. Onun kadar Arapça ve Farsça bilmeyenler çok daha iyi yerlere geldiği halde o, İngilizce ya da Fransızca bilmediği için Konya'da kaldı. Oysa Selçuklu tarihçiliğinde hem Arapça hem de iyi derecede Farsça bilmek önemliydi. Hoca bu dilleri bilmenin ekmeğini yedi ama İngilizce öğrenmemek pişmanlığı oldu. Bu da hocanın bir başka çatışma alanıydı.

          Cemaatler ve tarikatlar İslâmın ana damarı olarak da sayılabilir. Bundan başka bir de tercüme üzerinden bir damak eklendi. Bunlar Mevdudi, Şeriati, Seyyid Kutup, Hasan El Benna gibi kaynaklardan besleniyordu ve geleneksel damarla çatışan, onun kadar olmasa da etkiliydi. Ben hocayı ikinci sınıfta sayıyorum ve biraz da Selefi olarak görüyorum. Bu damarlar hep çatışma halindedir ve Mikail Hoca azınlık olan tarafta kaldı. Bu da beşinci çatışma alanıydı.

Bayram'ın farklı alanlarda kalem oynatabilen bir hazerfan, bir entelektüel idi. Muazzam Farsça, hatta iyi derecede Pehlevice bilirdi. İran üzerine uzmandı. Şiiliği bilirdi ama belli çevreler onu magazin tarihçisi gibi sundu. Yusufağa Kütüphanesinden çalınan el yazması kitapların nerede olduğu İnterpol tarafından tespit edilip Türkiye'ye iade edilmesi istenince, kitapların Yusufağa'dan çıkarıldığına dair belge, kayıt gerekli oldu ama yoktu. Bu aşamada Mikail Hoca Yusufağa'da kitaplardan aldığı notları devlete belge olarak verdi ve çalınan kitapların çoğu, onun belgelemesi sayesinde Türkiye'ye iade edildi.”


Yazarın Diğer Yazıları