İSTERSEN SULHU SALAH, HAZIR OL CENGE!
Devleti zayıf göstermenin bedeli
SİYONİST İSRAİL ZULMÜNE KARŞI GAZZE’NİN, İRAN’IN YANINDAYIZ
DİRENİŞ POSTUNA BÜRÜNEN İHANET
Türkiye’nin gıda güvenliği Konya’ya bağlı
Amerika Yalan Söylüyor
BU SAVAŞ, SADECE İRAN VE İSRAİL SAVAŞI MI?
KAYGAN ZEMİN
“Anadolu Mayası” Sütü Yoğurda Dönüştürmüştür.
VİCDAN YELKEN AÇTI
İSLAM KÜLTÜR VE EDEBİYATINDA SEYAHATLER ÜZERİNE KISA BİR SEYAHAT 3
TERÖRSÜZ TÜRKİYE
Nisan Ayı Satış Rakamları Açıklandı!
Oyun Kaliteli Galibiyet Güzel
REZİLLİK DİZ BOYU
Bizim topraklarda yaşayan insanların genel karakteristik özelliklerinden midir nedir bilinmez ama kimi eleştirecek olsak, yapılanlara, davranışlara, icraata bakmadan eleştiriyoruz insanları.
Siyasetçileri eleştirirken de öyle, herhangi bir kurumun başındaki yöneticileri eleştirirken de böyle.
Yani simgelerle, sembollerle, söylemlerle savaş halindeyiz. Üstelik kendimizi Don Kişot zannediyoruz.
Şayet eleştirecek bir şey bulamazsak, hayali olarak düşman belirleyip o düşmana saldırıyoruz.
Okuyucu olarak da yazar olarak da, gözümüz televizyonda, haberin veya olayın bize aksettirilen kısmına odaklanıp başlıyoruz eleştirmeye.
Son yıllarda ülkemizde yaşanan gerilimin asıl kaynağı da bu olsa gerek.
Köprü yapılıyor adını eleştiriyoruz.
İnsan neslinin devamı için yasa çıkıyor “kürtaj”ı eleştiriyoruz.
Kamu düzeni bozulmasın diye önlemler alınsın, cezalar artırılsın, kimsenin canına, malına zarar verilmesin deniliyor, diktatörsün diye çuvallıyoruz.
Paralel yapı illegal yollardan ülkeye zarar vermesin deniliyor, bu Kırmızı Kitap’a alınıyor, cemaatlerle mücadele diye algı oluşturulmaya çalışılıyor.
İnsanımızın başına gelen her türlü felaket karşısında hemen herkesin söylediği kadere teslimiyet cümlelerinden biri olan, “Takdir-i İlahi” cümlesini alıp sadece o cümleye kafayı takıp muhalefet etme becerisi gösterdik diye böbürlenenler var.
Oysa bu cümleyi kendileri bile kaç kez söylemişlerdir.
Kaza anında söylenen cümleleri bir kenara bırakıp, yukarıda sözünü ettiğimiz diğer sembollere kafayı takmadan, doğru dürüst eleştiri gelmeyince de, karanlıkta kör savaşı oynanıyor. Kimsenin kimseyi dinlediği yok.
Hem yönetenlerin eline koz vermiş oluyoruz hem de eleştirileri kimsenin ciddiye almamasına neden oluyoruz.
Adam gibi çıkıp da, hükümet değil kim yaparsa yapsın yanlışı, yapıcı eleştirilerde bulunmuş olsak, yetki zafiyetini konuşsak, özgürlüklerden söz etsek, bir kesime değil her kesime özgürlük noktasında birleşsek…
Senin yaptığın yanlış, benim dediğim doğru mantığı ile hareket etmeden söylem geliştirsek fena mı olur?
Eskiden hiçbir mağdurun yanında yer almayıp, şimdilerde -mağdur yoksa bile- kafadan mağdur yaratıp da onun destekçisiymiş gibi davranırsak…
Gezide polise bomba atarken öldürülen genci göklere çıkarıp, göklere çıkarmayanlara savaş başlatanların; doğuda polise taş atmayı bırak, kurban eti dağıtırken vandallar tarafından şehit edilen Yasin için kılımızı kıpırdatmazsak…
Neyin yanında, kimin tarafında olduğumuz ortaya çıkar ve kıçı açıkta kalan devekuşu gibi kafamız kumdan çıkmaz.
Sonra da, vay efendim ama bunlar yanlış, biz yanlışı eleştiriyoruz, deseniz de kimse itibar etmez size.
17 Aralık postcemaat darbesine sesini çıkarmazken;
Kimse, “hükümet de yolsuzluk yaptı” teranene inanmaz…
Önce yanlışı kim yaparsa yapsın onun ağzının payını verip sonra o yapılan yanlışa karşı alınan önlemleri yasalar çerçevesinde eleştirme hakkın doğar. Ki sen kendi hakkını kendi ihtirasların yüzünden, elinin tersiyle itiyorsun…
Sonra da nasıl alıyor bunlar yüzde 50 oy? Diyorsun…
Devleti zayıf göstermenin bedeli
Aile Yılı ayrılık yılı olmasın
Muhalefet iktidara gelebilir mi?
Başkasından bekleme kolaycılığı
Milletle ters düşenler
Mağduriyetiniz kabul edilmemiştir!
Düşmanıyla yoldaş olanlar
Kendi eliyle küçülen muhalefet
Dilli şeytan
Eski Türkiye güzeldi be!