İfrat Ve Tefrit Yerine Ortayol Tercih Edilmelidir

 İfrat; aşırı gitme, haddi aşma ve olması gerekenden fazlasını yapma anlamına gelmektedir. Tefrit ise; ifrat’ın zıddıdır. İhmalkâr davranma, yapılması gerekenin çok azını yapmak  gibi anlamlara gelmektedir. Bir nevi ifrat, orta yolun, dengenin üstü, tefrit ise dengenin altıdır.
     İslâm’ göre emredilen ibadetleri yaparken uygulanacak olan ifrat ve tefrit benimsenmemiş ve yasaklanmıştır. İbadetlerimizde bile orta yolu takip ederek, mutedil olmamız emredilmiştir. Sevilen, beğenilen de makul olan da itidal noktasında kalabilmektir. Kısacası her davranışımızda ölçülü olmak zorundayız. Sevinirken de üzülürken de hiçbir zaman haddi aşmamalıyız.
     Âyet-i Kerîmede: “Aşırı gitmeyin ( haddi aşmayın). Çünkü Allah aşırı gidenleri (haddi aşanları) sevmez” (Bakara Sûresi âyet:190)  buyurulmuştur. Bahse konu bu hüküm bütün davranış ve uygulamalar için geçerli çok önemli bir ölçüdür. Savaşta bile aşırıya kaçmamak, emredilmiştir.
     Allah (c.c.)’ın belirlediği sınırların dışına çıkmamak gerekir. İslâm’a göre emir ve yasaklar aynen uygulanmalı, ne azaltılmalı ve nede artırılmalıdır. Dünyevi ve uhrevi her meşru işimizde ölçülü olmak zorundayız. Hayatımızda ifrat ve tefrit’e   hiçbir zaman yer vermemeliyiz. Mutedil olduğumuz ölçüde  başarılı olacağımız unutulmamalıdır. Allah (c.c.)’ın emir ve yasakları dışına çıkılmamalıdır. Allah (c.c.)’ın, meşru gördüğü bir şeyi, yasaklamaya, yasakladığı bir şeyi de meşru görmeye hiç kimsenin yetkisi de hakkı da yoktur. Gerçek anlamda doğru ne ise mutlaka o yapılmalıdır.
     Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde : “ İşlerinizde ifrat, tefrit yapmayınız.” (Riyâzüs Sâlihin,C.1,No.86) buyurmuştur.
     İslâm, insanları ilgilendiren her konuda ifrat ve tefritten sakınmayı, her zaman mutedil olmayı, orta yolu tercih etmeyi, aşırılık yaparak haddi aşmamayı, yapılması gerekenleri de ihmal edip azaltmamayı, kısacası ölçülü olmayı emretmiştir.
    Peygamberimiz Hz.  Muhammed (s.a.s), bir sohbetlerinde kıyamet ve ahiretten bahsetmiş, sohbetin tesirine kapılan Ali, İbn Mes’ûd, Mıkdâd (r.a.) gibi bazı sahâbîler, Osman b. Maz’ûn’un evinde toplanarak gündüzleri devamlı oruç tutmak, geceleri uyumadan namaz kılmak, kadınlarının yanına gitmemek, et yememek ve eski püskü elbiseler giymek suretiyle yaşamaya, kalan ömürlerini böyle geçirmeye, hatta kendilerini kısırlaştırmaya azmetmişlerdi. Resûl-i Ekrem  Efendimiz (s.a.s.)durumu haber alınca hemen yanlarına geldi ve şöyle buyurdu: «Ben böyle bir kulluk şekli ile emrolunmadım. Vücut ve nefislerinizin sizde hakkı vardır; oruç tutup namaz kılın, fakat aynı zamanda orucunuzu açıp yeyin ve uyuyun. Ben namaz kılar ve uyurum, oruç tutar ve iftar ederim, et yerim ve kadınlarıma yaklaşırım; benim yolumdan çıkan benden değildir.» İşte bu hâdise üzerine Mâide Sûresi 87-88. âyetler  nazil olmuştur..
    Bahse konu âyet-i kerîmelerde: “Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.” “Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.”   buyurulmuştur.  (Mâide Sûresi âyet:87-88)
      Müslümanların, helâl olan nimetlerden meşru bir şekilde istifade etmeleri, fakat bunu yaparken de ifrat ve tefritten sakınmaları hususu , bu âyet-i kerimeler de emredilmiştir.  Allah (c.c.)’ın helal kıldığını kimsenin haram kılmaya hakkı yoktur. Allah (c.c.) ve Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’in emirlerini yapan, yasak ettiklerinden de kaçınan mutedil Mü’minler den olmamız duası ile sıhhat ve afiyetler dilerim.


Yazarın Diğer Yazıları