Kur’an ve Sünnet İlişkisi -3-

Muhaddisler Sünneti, Peygamberimizin (s.a.s.) her türlü söz, fiil, takrîr, ahlâkî yahut yaratılış sıfatları, sîret, meğazî, şemâil ve hatta peygamberlikten önceki güzel davranışlarının tamamı olarak tanımlarlar. Dinde izlenen yol, yöntem ve çizgi olarak da görülen Sünnet, inanç, ibâdet, muâmelat, ahlâk ve âdâb gibi esasları yani yaşamla ilgili tüm konuları kapsamaktadır. Bu durum temel bir hadis kitabına göz atıldığında hemen farkedilecektir.
     Muhaddisler, sünneti tanımlarken Hz. Peygamber’i en güzel örnek olarak kabul etme prensibini göz önünde tutmuşlardır.
     İmam Malik, “Sünnetler Nûh’un gemisidir. Kim ona binerse kurtulur, kim de ondan geri kalırsa boğulur”.
     İmam Şafiî, “Ben Hz. Peygamber’den (s.a.s.) bir hadis rivâyet eder de aksine görüş beyan ettiğimde, beni hangi gök gölgelendirir, hangi yer taşır”.
    Zâhid Bişr b. el-Hâris el-Hâfî’nin (ö. 227/842) “İslam sünnettir, Sünnet de İslam’dır.” sözü önemli bir tespittir.
     Sünnetin Kur’an dışında bir olgu olduğu, Kur’an’ın Sünnetle hiçbir bağlantısının olmadığı ya da Sünnetin, Kur’an’dan tamamen bağımsız bir şekilde teşekkül ettiği gibi ifadeler doğru değildir.
     “Kur’an-Sünnet” tabiri ‘birbirine alternatif iki olgunun ayrı ayrı oluşumu değil, tam tersine iki vazgeçilmez unsurun bütünlüğü’ demektir. “Kur’an”, vahyin lafzî ve özel bir formunu ifade ettiği için sadece mefhum olarak “Sünnet”in dışında tutulmuştur. Yoksa Sünnetin belirleyici faktörü ve inşa edici unsuru olması açısından Kur’an’ın konumu, tartışma konusu bile edilmemiştir.
     I. Sünnet Vahiy İlişkisi
     Daima vahyin kontrolü altında olan Hz. Peygamberin diğer insanlardan farkı, onun vahiy kaynaklı olmayan söz, fiil ve takrirlerinin de ilâhî kontrolden geçmiş olmasıdır. Yani onun basit sayılabilecek kusurları da Allah tarafından düzeltilmiştir. Hz. Peygamberin Sünnetinin vahiy olup olmadığı tarih boyunca devam eden bir tartışma konusudur. Konu hakkındaki görüşler, “sünnetin tamamı vahiydir veya değildir yahut bir kısmı vahiydir” şeklinde üç grup altında toplanabilir.
     a. Sünnetin Kur’an gibi vahiy olduğu konusunda görüş serdeden alimler, Hz. Peygamberden rivâyet edilen, “Bana Kur’an ve onunla beraber, onun misli/benzeri verildi.” hadisi ile Tâbiîden Hassân b. Atıyye’nin (ö. 120?/737), “Cebrâil (a.s), Rasûlüllah’a (s.a.s.) Kur’an’ı indirdiği gibi sünneti de indirirdi ve ona Kur’an’ı öğrettiği gibi sünneti de öğretirdi.” haberini referans olarak kullanmaktadırlar. Bu iki rivâyet, Cebrâil’in Sünnetin tamamını indirdiği şeklinde anlaşılabileceği gibi, bir kısmını indirdiği şeklinde de anlaşılabilir. Çünkü rivâyetlerin hiçbirisinde sünnetin/hadislerin tamamını Cebrâil’in indirdiğine dair her hangi bir ibare bulunmamaktadır. 
     b. Sünnetin/hadislerin ilâhî vahiy ile hiçbir ilgisinin olmadığını iddia edenler ise, yok denecek kadar azdır. 
İbn Abbas’ın (ö. 68/687) “Lâ vahye ille’l-Kur’an: Kur’an’dan başka vahiy yoktur.” sözü, sünnetin vahiyle hiçbir ilişkisi olmadığı görüşünü savunanların kullandıkları bir delildir. “Kur’an’dan başka vahiy yoktur” sözüyle, İbn Abbas, Kur’an’ın bizzat kendisini kastetmektedir. Yani Kur’an’ı Kerim dışında Kur’an vahyi yoktur. O, bu sözüyle, Kur’an’ın vahyin mertebelerinin en yücesi olduğunu kastetmiştir ki bu mertebelerden bir kısmı Kur’an’dır, bir kısmı da Kur’an değildir.
     c. Sünnetin bir kısmının vahiy olabileceği görüşünü savunan üçüncü grup, mutedil bir yol takip ederek sünnetin hem ilâhî hem de beşerî unsurlar taşıdığını kabul etmektedir. O halde sünnetin bir kısmı vahiy mahsulü, bir kısmı ise Hz. Peygamberin içtihatları şeklinde ikiye ayrılabilir.” Devam edecek… 
 

Yazarın Diğer Yazıları