Kur’an Ve Sünnet İlişkisi -8-

 “Kur’an’ı yücelterek ona uymaya çağıran Hâricîler, Kur’an’a aykırı olduğu gerekçesiyle bazı hadisleri (recm vb.) reddederek Sünnetten uzaklaşmışlardır. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a) kendisini temsilen onlara yolladığı İbn Abbas’a: “Onlarla Kur’an üzerinden tartışma. Çünkü Kur’an’ın farklı yorumları (zû vucûh) vardır. Onlarla Sünneti delil göstererek tartış.” öğüdünü vermiştir.
     Sahâbenin büyüklerinden İmrân b. Husayn (r.a) (ö. 52) şöyle demiştir: “Kur’an indi, Allah Resulü de Sünnetler koydu.” Aişe (r.a) annemize, “Efendimizin ahlakı nasıl idi?” diye sorulduğunda, o, güzeller güzelinin ahlakını “Onun ahlakı Kur’an idi.” veciz cümlesiyle özetlemektedir. O, yaşayan canlı bir Kur’an idi. Onun hayatı, Kur’an’ın insan formuna dönüştürülmüş şeklidir. Kur’an’ın somutlaşmış biçimidir. O, Kur’an deyimiyle üsve-i hasene, yani model diğer bir ifadeyle örnek insan idi.
     Peygamber, Kur’an’ı Allah(c.c.)’tan alıp hayata dönüştüren ilk muhataptır. Bu itibarla Hz. Peygamberle Kur’an’ın arasının açılması demek, aslında Kur’an’ı hayata bağlayan ana damarın koparılması demektir. İşte bu damarın kesilmesi, tam anlamıyla bir inanç kaosuna ve âyetin ifadesiyle fesada yol açar. Bu fesat neticesinde de, birlik-beraberliğin, hürriyetin, huzurun kaynağı olan din, ayrılık-kavganın, tartışma ve huzursuzluğun, kaosun bizzat kaynağı haline gelir.
     VI. Kur’an ile Yetinme Fikri
     Sünneti reddeden ve Kur’an bize yeterlidir diyerek Hz. Peygamberi devre dışı bırakan düşüncenin kökenleri, hicretin ilk yüzyıllarına kadar dayanmaktadır. İslâm’ın kaynaklarını rasyonalist bir eğilimle sadece Kur’an’a indirgeyen Hâricileri, 19. Yüzyılda Hindistan alt kıtasında ortaya çıkan Hind Kur’aniyyün ekolu izlemiştir. Kur’an yalnızca Kur’an sloganıyla kısa zamanda yüzbinleri etkileyen Hind Kur’ancılık akımı, kendilerine özgü Peygambersiz ve Sünnetsiz namaz yöntemini geliştirmeye kalkışmış, fakat namaz konusunda girdiği krizden çıkamayarak yükseldiği hızla düşüşe geçmiştir.
     Hz. Peygamberi vahiy postacısı olarak görüp, Kur’an’ı bir ara kablosu hüviyetiyle ilettikten sonra Mü’minlerin hayatından yavaşça geri çekilen bir Peygamber telakkisi oluşturmak, Onu ve misyonunu tarihin derinliklerine gömmek ile eş anlamlıdır.
     Ümeyye b. Hâlid, bir gün Abdullah b. Ömer’e (r.a) “Biz mukim (hazarda) iken kılınan namaz ile korku namazını Kur’an’da bulurken, seferde kılınan namazın hükmünü bulamıyoruz” der. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer, “Kardeşim oğlu, biz bir şey bilmezken Allah(c.c.) bize Rasûlü’nü (s.a.s.) gönderdi. Dolayısıyla o ne yaparsa, biz de aynısını yaparız” demiştir.
     Tâbiun hadis âlimi Eyyûb es-Sahtiyânî (ö. 131/748), “Birisine bir Sünnet rivayet ettiğinde o kişi sana, ‘onu bırak da bana Kur’an’dan cevap ver!’ derse, bil ki o sapıtmıştır.” diyerek ağır konuşur. Ayrıca, Sünneti hüccet olarak kabul etmek istemediği anlaşılan Kûfeli bir adam, İmam Ebû Hanîfe’nin (ö. 150/767) ilim meclisinde yanına yaklaşır ve ona “Şu hadisleri bırak!” der. Bunun üzerine Ebû Hanîfe adamı uyarır ve “Eğer Sünnet olmasaydı, hiçbirimiz Kur’an’ı anlamazdık!” diyerek tepki gösterir. Yine o, başka bir sözünde, “İnsanlar, içlerinde hâlihazırda hadis öğrenen/araştıranların varlığının devamlılığı sayesinde doğru-düzgün kalmaktadırlar. Hadis olmaksızın ilim öğrenmeye kalkıştıklarında ise ifsat olurlar”. diyerek hadisin ilim talebesine katkısının altını çizmektedir. Devam edecek…

Yazarın Diğer Yazıları