Nasıl Bir Gençlik?-2-

     İki yüz yıldır yaşadığımız, bugün iliklerimize kadar hissettiğimiz, İslâm dünyasının paramparça olmasıyla sonuçlanan ikinci büyük medeniyet krizini nasıl aşabileceğimizin şifreleri, Fatih'le muhkemleştirilen, Yavuz'la sistemleştirilen Ehl-i Sünnet Omurga'nın yeniden hayata ve harekete geçirilmesinde gizlidir.
Fatih'le muhkemleştirilen Ehl-i Sünnet omurganın iki ana ekseni vardı: İlim ve irfan. Fatih, Sahn-ı Seman medreselerini kurarken bir tarafa medrese, medresenin tam karşısına da tekke'yi kurmuştu! Biz lokal cümleler kuramayız, kitabın hitabı evrenseldir. İnsanların yükünü omuzlarında taşıyan ve hisseden kişinin adı öncü kuşaklardır
     Modernleşme süreciyle birlikte medeniyet krizi yaşadık. Tarihte Müslümanlar ikinci büyük krizlerini yaşıyorlar. Birincisi 13-14. YY’da Bağdat’ın düşüşü, Kurtuba’nın düşüşü ardından Moğol ve Haçlı Seferleriyle yaşandı. Fetihle bu kriz aşıldı. Biz İstanbul’un fethini böyle anlamalıyız. Yaşanan bu birinci kriz, siyasi bir krizdir ve daha kolay aşılabilir. Çünkü siyaset kurucu bir kaynak değil koruyucu bir barınaktır. Siyaset hayatın bütününü kuşatamaz. Birinci krizi İstanbul’un fethiyle aştık. Fikri Fetret Dönemimizi aşmak zorundayız. İkinci kriz ise medeniyet krizidir. Batılıların dünya üzerinde kurdukları hegomanyanın ürünü olarak gelişti. Bu ikinci kriz Müslümanların tarihte yaşadığı ilk fikrî fetret dönemidir. Fetret dönemi temellerle olan irtibatın kopmasıdır. Müslüman zihni çöktü, gökkubbe çöktü. Müslüman dünyası dağıldı. 200 yıldır yaşadığımız medeniyet krizi birincisi ile karşılaştırılamayacak kadar derinliklidir.
     İlim ve bilim diyoruz, bunlar aynı şeyler değildir. Biz bunların ne olduğunu bilmiyoruz. Bilim hakikati teslim alma çabasıdır. İlim ise hakikate teslim olma çabasıdır. Maalesef batılılar bilim yapıyor, yapılan ürün insanı kuşatıyor insanı hakikatten uzaklaştırıyor. Oysa ilim, hatırlama eylemi, bilimse unutma eylemi’ dir. İlim, kişinin kendini bilmesiyle, keşif yolculuğuna; kendini ve her şeyi hatırlamasıyla... Bilimse, kişinin kendini yitirmesiyle başlar. Yani; Heidegger’in yerinde tarifiyle, kendini her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükselterek, bitirmesiyle, kendini ve her şeyi unutmasıyla…
     City anlamındaki şehir ile Medine anlamındaki şehir bir değildir. Medine’lere Medeniyet ekmek zorundayız. Peygambersiz bir din, din olmaktan çıkar. Sonra dine uyacağımıza, dini kendimize uydururuz. Yaşadığımız İslam ile gerçek İslam arasındaki farkı düşünürsek ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Arnold Toynbee, üç yüz yıl içinde insanlık tarihinde geliştirilen 26 medeniyetten 26’ sını fiilen yok ettik, 9’unu ise fosilleştirdik. Kollektif hafızamız kirlenmesine rağmen hala hatırlıyor olması genel olarak temiz olduğunun göstergesidir.
     Büyük tarihçi Fernand Braudel, toplumların hayatındaki en uzun ömürlü şey, kollektif hafızadır.Bireyler ölür ama toplumların hafızları zamana direnir: Kuşaktan kuşağa aktarılır ve toplumların tarihteki yürüyüşlerinde onlara ışık tutar. Devletler de ölür ama toplumların, medeniyetlerin kollektif hafızaları, genetik kültürel kodlarına dönüşür ve yüzlerce, hatta binlerce yıl, toplumların ruh köklerini besler, geleceğin tohumlarını eker, gelecek kuşaklar, bu tohumları kollektif hafızalarının canlılığı oranında meyveye durdururlar.
     İslâm dünyasının mazlum ve masum halkları, zamana direnen kollektif hafızanın canlılığından ötürü, Selçuklu ve Osmanlı medeniyet tecrübelerinin, bin yıldır İslâm dünyasının tarihinin şekillenmesinde üstlendikleri kurucu ve koruyucu rolü çok iyi bilirler.
     Günümüzde maalesef, hormonlu Müslüman, geniyle oynanan Müslüman ve genetiği ile oynanmaya çalışılan İslam vardır. Kafamızın karışık olması gerekir. Yolculuğumuz önce dert sahibi olmaktır. Bu derdin ne olduğunu bilip sonra dersimizi almamız lazım.  Ancak bizim gibi düşünmeyen insanları dışlamak yerine, dertlerini öğrenip derslerini vermek gerekir.
     Derdi olan dersini alır. Derdini vermeliyiz ki, dersini alsın. Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur. Hakikat hakkedene lütfedilir. Çilesini çekmeyene hakikat lütfedilmez. Yüz yıldır çile çekiyoruz. Elbet bu hakikat bize lütfedilecek.
     Konuşlandığınız yer konuşmanızın içeriğini, dilini, yerini ve yönünü tayin eder. Durduğunuz yer gördüğünüz yeri belirler. Durduğunuz yer Kur’an’ın işaret ettiği yer değilse, götüreceğiniz yer İslam’ın bizden istediği yer olmayacaktır. Pergel doğru yerde açılmazsa doğru çemberi çizemezsiniz.  Çağı tanımazsanız, tanımlanırsınız. 
     Abbasi sarayına köle olarak girdik, efendi olarak çıktık. Moğollar Selçuklu’ yu sildi, Osmanlı olarak doğdu. Bugün düşünce, hâlâ Avrupa'da üretiliyor, Amerika'da öğretiliyor, bütün dünyada da tüketiliyor. Batı'da düşüncenin esas itibariyle Avrupa'da üretiliyor olmasının nedeni, modern Batı uygarlığının fikir, sanat ve hayat-dünyasının köklerinin ve dinamiklerinin Avrupa'da geliştirilmiş olması. Amerika'da düşünce üretilmiyor. Tarihî derinliği, felsefî gelenekleri, özgün kültürel dinamikleri ve müzikalitesi olmayan bir yerde, elbette ki, düşünce üretilemez.
     İslam'ın hakikat tasavvuru denince, ilmel yakîn+ aynel yakîn,=hakkal yakîn denilen bu üç süreci anlıyoruz. Sünnet-i Seniyye'de Hazreti Peygamber'in akvali (sözleri), epistemolojik, ilmel yakîn ef'ali (fiileri) fenomenolojik ve aynel yakîn ontolojik olarak anlayabiliriz. Ben, dil, yer ve yön diyorum. Yani, akval+ ef'al= ahval... Bu matematik işlemini de özellikle önemsiyorum. Biz bölmeli bir kafa yapısına sahip olduğumuz için bu matematik formülünü hatırlatmak istiyorum. Mekke+Medine=Medeniyet; söylemek istediğim şey tam da bu. Burada dikkat ederseniz meselenin özünde yer vardır. İlim+İrfan =Hakikat. Bütün zamanları kucaklayabilen, bütün zamanları seferber edebilen, bütün zamanların çocuğu olabilen ve bütün zamanları kendi çocuğu kılabilen bir medeniyet ufku ve yolculuğunu gerçekleştirmeliyiz.
     Allah İnancını yitiren insan, o andan itibaren herkesi ilâhlaştırır. O yüzden kulluk, elçilikten önce gelir. Abdühü ve Rasülühü.  Önce kulluk. Kulluk makamı en yüce makamdır. Çağ körleşmesine ve köleleşmesine karşı esaslı bir diriliş hamlesi başlatmamız gerekiyor. Ama önce çağı değiştirecek bir potansiyel olması gerekir.
     Dünya, İslâm'a gebe. 500 yılda bütün medeniyetlerin kökünü kazıdılar. Dünya tarihini durdurdular. O yüzden eğer biz sorumluluğumuzu yerine getiremezsek, insanlığın eşiğinden geçtiği yok oluş sürecinin hesabı da bizden sorulur. Usûl olmadan tefsir de, hadis de, fıkıh da olmaz; işlemez. Kur'ân asıldır; Sünnet-i Seniyye, usûl. Aslolan hakikate vusûldür / varmak. Usûl yoksa vusûl de yoktur. Fusûl / sapma vardır.Başka türlü kurman gerekirse bu cümleyi: Kur'ân Kaynaktır. Sünnet, Irmak. Aslolan hakikate varmak. Irmak, gürül gürül akacak ki; Kaynak, hayat fışkıracak.
     Büyük düşünür Heidegger: ‘Kamera, izleyiciye yöneltilmiş silahtır.’  demiştir. Küresel sistem, medya üzerinden İslam'la savaşıyor! Zokayı yutma! Fikir gücün peşinde koşturmaz, o zaman hakikatten eser kalmaz” diyerek sözlerini tamamlamıştır.
     Bu vesile ile Yazar Yusuf Kaplan Beyefendiye, Konya Kadem Temsilcilik Başkanı Dr. Kübra Solak hanımefendinin şahsında emeği geçenleri tebrik eder, başarılı ve güzel hizmetlerinin devamını dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları