ADALET İSLAM’DA

Toplumumuzun şikayet ettiği konuları dikkate alırsak başta ekonomi, ikinci olarak  adalet konusu gelir. Adalet mekanizmasının işleyişinden her dönem hep şikayet etmişizdir. Mahkeme kapılarından tatmin ve memnun olarak dönen insan çok az. Verilen cezalar hiç de caydırıcı olmuyor, suçlar ve suçlular her gün artarak devam diyor.
Evet, bugün ceza hukukumuz, toplumun huzur ve güvenini sağlamaya yetmiyor, toplumda cinayetler, hırsızlıklar ve arsızlıklar yaşanıyor, aile kurumumuz çatırdıyor,  huzur ve güven noktasında birçok zaaflar yaşıyoruz, fakir ve zengin arasında uçurumlar var, merhametimiz ve yardım severliğimiz giderek azalıyor. Bütün bunların sebebi, Kur'an ve sünnetten uzak kalmamızdır. Aslında ilacımız, problemlerimizin çözümü İslam'da yani Kur'an ve sünnettedir.
Kur'an'ın ayetleri de yirmi üç yıl boyunca ihtiyaçlara göre geldi. Mekke döneminde hep iman hakikatlerini ihtiva eden ayetler gelirken, Medine döneminde farzlar, haramlar, ibadetler, ukubat ve muamelat ile ilgili hükümler geldi. Bunlarda da tedrici bir usul gözetildi. Namaz ibadeti, önce iki vakit kılınırken, İsra ve Miraç mucizesinden sonra beş vakit olarak kılınmaya başladı. İçki, üç merhalede yani tedrici olarak yasak kılındı. Önce "sarhoş iken namaza yaklaşmayın” buyruldu. Arkasından "içkinin faydasından daha çok günahı var” mealinde ayet geldi.
Son merhalede "içki haram kılındı, içki şeytanın pisliğidir, uzak durun” buyruldu. Faizin ve zinanın haramlığı, miras hukuku, kısasa kısas gibi devletin ve milletin huzurunu ilgilendiren konular hep Medine döneminde nazil oldu. Yani İslam, camilerde ve evlerimizin köşesinde yaşanan, kalplerin derinlerinde duran bir din değil, bir devletin ayakta durması, bir toplumun huzur içinde yaşaması için gereken kuralları olan bir din. Biz de bu dinin mensupları isek, fert ve toplum olarak hayatımızın tamamında dinin kuralları belirleyici olmalı, Kur'an ve sünneti rehber edinmeliyiz.
Evet, son yüz yıla kadar Kur'an ve sünnet, İslam ümmetine yön ve ilham vermeye devam etmiştir. Müslümanların kurduğu onlarca devlet, İslam'ın kurallarıyla ayakta kalmış, yargı, yasama ve yürütme erkleri Kur'an ve sünnetten, yani bin dört yüz yıllık fıkıh birikiminden yararlanmışlardır.
Kainatı özelde insanı yaratan Rabbimiz, elbette yarattığı insanın ihtiyaçlarını daha iyi bilir. İnsanın huzur ve güvenlik içinde yaşaması, adaletli bir dünya ancak ilahi hükümlerle mümkün olur. Rabbimiz, içkiyi ve kumarı haram kılarak, aile yuvalarını ayakta tutmuş, sarhoş ve kumarbaz erkeklerin kadınlara zulmetmesini önlemiştir. Namaz farz kılarak kulunun her işinde Allah'ı hatırlamasını istemiştir. Zekatı farz kılarak, toplumdaki sosyal adaleti gerçekleştirmiş, zenginlerin fakirleri sömürmesine izin vermemiştir. Oruç ibadeti farz kılınarak tok insanların açların halinden anlaması istenmiştir. Haç ibadetiyle ümmetin birliği, kardeşliği, dayanışma içinde olmaları vurgulanmıştır. Zina, adam öldürme, hırsızlık gibi suçlara ağır cezalar verilerek cezaların caydırıcı olması sağlanmış, toplumun huzur ve emniyeti gözetilmiştir.
Evet, bugünlerde hazırlığı yapılan yargı reformları, getirilecek yeni ceza kanunları yine derdimize derman olmayacak, yine kadın cinayetlerini önlemeyecek. Önce eğitim sistemimizden başlamalı, ahlak sahibi, merhamet dolu insan yetiştirmeliyiz. Milli
ve manevi değerlerle donanmış, mümin, müttaki ve muhsin insan haksız yere bir cana kıyamaz. Gerçek mümin karıncayı incitemez, hele bir yastığa baş koyduğu hanımına asla el kaldıramaz.
Son yıllarda daha sık yaşanan kadın cinayetlerini bir türlü önleyemiyoruz. Her gün bir erkeğin hanımını veya sevgilisini öldürdüğünü duyuyoruz. Çünkü İstanbul sözleşmesi diye bir dayatma ile "kadının beyanı esastır” diyerek erkeği evinden uzaklaştırdık,  sonuçta binlerce aile dağıldı, erkek bunalıma girdi ve arkasından da binlerce kadını kurban verdik. Çok şükür İstanbul sözleşmesinden çekildik ancak "kadını koruma adına” çıkarılan yanlış kanunlar yürürlükte. "Kadının beyanı esastır” yasası derde derman olmadı. Devletin herkesin başına yirmi dört saat polis dikme imkanı yok. Başka tedbirler geliştirmeliyiz.
Peki, nedir bunun çaresi, kadınımızı nasıl koruyabiliriz?
Başta kısasa kısas ve idam cezası geri gelmeli, ceza kanunlarımız caydırıcı olmalı. Cinayeti işleyen erkek üç -beş yıl yatıp çıkmamalı. Ayrıca erkek evden uzaklaştırılmamalı, gerekirse kadın sığınma evinde korumaya alınmalı. Boşanmalar kolaylaştırılmalı ve nafakalar zulüm olmaktan çıkarılmalı.
İslam'ın da hükmü doğrultusunda nafaka asgari dört ay, azami bir- iki yıl kadar olmalı, çocuk varsa nafakası erkeğe ait olmalı. Bütün bunların başında okullarımızda, iyi bir aile babası, iyi bir aile kadını, iyi bir anne yetiştirilmeli, milli ve manevi değerlerimiz, ahlakımız, örf ve adetlerimiz öğretilmeli, bizi binlerce yıl ayakta tutan manevi temellerimiz yeniden topluma hakim olmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları