Adalet Sistemi Çökerse Devlet Çöker

Geçen bir yazımda yargıyı tuza benzetmiş, “tuz kokarsa halimiz nice olur” demiştim. Tuzun kokmaması için bugün ne yapmalıyız, onu yazacağım.
    Bir insanın yaşaması için ekmek, su ve hava ne ise, bir devlet için de adalet sistemi (yargı) odur. Osmanlıyı altı yüz sene ayakta tutan güç yargıçlarıdır, yargı sistemidir. Bir ülkede insanlar yargısına güvenmiyorsa, adalet sisteminden endişe ediyorsa, daha doğrusu insanlar devletinde kendilerini güven içinde hissetmiyorsa, orada insanlar başka arayışlara girerler, anarşi olayları, hak arayışları başlar, herkes kendi hakkını kendi almaya, düşmanını kendi infaz etmeye kalkar. Geçmişte daha çok doğu bölgelerimizde hortlayan kan davalarının temelinde de bu anlayış ve güvensizlik vardır.
     Yargının iki ayağı vardır: Kanunlar ve Uygulayıcılar. Bizde iki tarafta da sorun vardır. Başta kanunlarımız caydırıcı olmaktan uzaktır, sistematiği bozulmuş, yaz -boz tahtasına dönmüştür, suç- ceza dengesi yoktur, devlet kutsal olarak görüldüğünden devlete karşı işlenen suçların cezası ağırdır, yargıçların takdir hakları çoktur, hepsinden  önemlisi de beşerin sübjektif aklıyla yazıldığından, Batı kültürünün ürünü olduğundan ve kültürel değerlerimizden ilham alınmadığından adil olmaktan, insanı eğitmekten uzaktır. Dolayısıyla hukuk sistemimiz baştan sona yeniden ele alınmalı, yazılırken kemdi geleneklerimiz ve milli kültürümüz dikkate alınmalı, Osmanlı ve İslam hukuk sisteminden yararlanılmalıdır. Altın yüzük yitirdiğimiz yerde aranmalı ve bulunmalıdır..
    İkinci olarak, hukukun uygulayıcılarında sorun vardır, üst yargıda bloklaşma ve kamplaşma vardır, yargıçlar devletine doğru bir kayış vardır. Bir kısım yargıçlarımız hukuku bir sopa olarak kullanmakta, devleti sadece kendilerine emanet olarak görmekte, seçilmiş hükümetin yetkilerine tecavüz etmektedir. Halkın iradesine ve halkın değerlerine saygı duymayan yargıçlar dün de vardı bugün de. 12 Eylül referandumunda Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçimi ve yetkileri çok iyi düşünülmemiş, üye seçimlerinde blok listeye yol açılmış, TBMM’nin ve Hükümetin yetkileri sınırlanmıştır. İşte bugün şikayet ettiğimiz yargı vesayetinin temelinde 12 Eylül Anayasa reformundaki öngörüsüzlük vardır. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk.
     O halde ne yapılmalı? Özellikle bu ülkeyi kuran TBMM yeniden eski gücüne kavuşmalı, üst yargı üyelerinin seçiminde halkın seçtikleri söz sahibi olmalıdır. Ayrıca yargıçların yetişmesine ve eğitimine özen gösterilmeli, demokrat, devleti değil insanı kutsal bilen yargıçlar yetiştirmeliyiz. CMK, Ceza ve Medeni hukukumuz yeniden gözden geçirilmeli, özellikle evlilik müessesemiz güçlendirilmelidir. Hırsızlık, cinayet ve zina gibi adi suçların cezaları tespit edilirken İslam hukukundan yararlanılmalıdır. Çünkü insanı en iyi tanıyan ve onu en iyi terbiye eden Rabbi’dir. İnsanlığın özlediği ve aradığı ideal hukukun temelleri de O’nun kitabındadır. Önyargılarımızı ve yersiz korkularımızı bir kenara atıp hazineyi gömdüğümüz yerde aramalıyız.
    Şuna da inanıyorum, köklü bir devletiz, binlerce sene öncesine dayanan devlet geleneğimiz vardır. Adaleti ayakta tutmak için çırpınan, kanunları en titiz şekilde uygulayan, fedakar hakimlerimiz de vardır. Duygularını ve dünya görüşünü kararlarına yansıtmayan, vicdanını satmayan hakimlerimiz çoğunluktadır. İktidar Partisine düşen, bunların adedini artırmak, değerlerini bilmek ve kararlarına saygı duymaktır..


Yazarın Diğer Yazıları