Ali Babacan’ı Dinledim

Geçen hafta sona eren 2014 bütçe görüşme maratonunun son gününde ekonomiden sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Ali Babacan’ı dinledim. Rakamlar verdi, denk bütçeye doğru gittiğimizi, bu yıl için yüzde birlik bütçe açığını öngördüklerini, 2016’da denk bütçeye geçeceklerini ifade etti. İlk defa denk bütçe yapmayı Rahmetli Erbakan Hocamızın 57. hükümetinde görmüştük.
Evet, bütçe açığı demek borçlanmak demektir. Bugünkü borcumuzun gayrisafi milli gelire oranı %33. Bu oran, batı ülkelerinde ve ABD’de yüzde yüzlerin üzerinde. Yani korkulacak, panikleyecek bir borcumuz yok. Öbür taraftan devletler için borçlu olmak iflas etmek değildir.  Borcun döndürülebilir ve sürdürülebilir olması önemlidir. Borç miktarının milli gelirden fazla olduğu, borçlanma imkanının kalktığı ve güvenin kaybolduğu, borcun kısa vadelere düştüğü ve ödemelerin acil olduğu zaman borç tehlikelidir.  Yunanistan bu duruma düştüğü için iflasın eşiğine gelmiştir. Atalar, “borç yiğidin kamçısı” demişler. Her devletin az veya çok borcu var, dünyada kendi kendine yeten, dış dünyadan kopuk  bir devlet yok. Dinamik ekonomilerde borç kaçınılmaz. Devletler üretemediğini dışarıdan alırlar, ürettiğinin fazlasını satarlar, cari açığı kapatıp ithalat -ihracat dengesini bu şekilde kurarlar. Bazı kere de iç piyasayı dengelemek, spekülatif hareketleri önlemek için devletler ithalat yapma yoluna giderler. İthalatın fazlalığı bir ekonominin canlılığını gösterir. Mühim olan cari açığın tehlikeli boyuta ulaşmaması, kriz ve savaş ortamlarında paranın ve sermayenin kaçmaması, ekonominin döviz darlığına düşmemesidir. Bugün bakıyoruz, yaklaşık yüz kırk milyar dolar Merkez Bankamızın döviz stoku var. İhracatımız yüz elli milyar doları aşmış durumda. Biz buraya yirmi yedi milyar dolarlık Merkez Bankası rezervinden geldik. Eskiden yılda on milyar dolarlık ihracat yapabilirsek seviniyorduk. On iki yıl önce bir yılda yaptığımız ihracatı bugün bir ayda yapıyoruz. On iki yıl önce bütçemizin yüzde seksen- doksanı faiz giderlerine ayrılıyordu. Faizler %30-70 arasında seyrediyordu. Üç beş milyarlık dövizi bulabilmek için IMF’ye yalvarıyorduk, adeta dileniyorduk. Küçük bir güvensizlikte, küçük bir iç ve dış krizde yatırımcı da, bankalardaki sıcak para da kaçıyordu, borsa tepetaklak oluyordu. Yabancılar sadece faizden kazanmak için ülkemize para getiriyorlar, yatırım yapmıyorlardı. Çünkü faiz geliri daha cazipti. Yüksek faize rağmen esnafa, çiftçiye verecek kredi bulamıyorduk. Kredi faizleri de el yakıyordu, esnafı da, çiftçiyi de iflasa götürüyordu.
Bugüne baktığımızda, çiftçi de, esnaf da enflasyonun altında faizlerle kredi alabiliyor, en azından reel faiz vermiyor. Projesi olanlar için teşvikli krediler, hibeler bugün daha çok. Fikrim ve cesaretim var ama param yok diyenlere imkanlar doğdu, müteşebbislerin önü açıldı.
Faizlerin tek haneli rakamlarda olmasının bize bir tek zararı oldu: Dini inancından dolayı bankadan uzak duran halkımıza cesaret geldi, herkes bankalara borçlanma yoluna gitti, ister istemez borçlu bir halk olduk. Bu iyiye alamet değil. Borç insanı erken yaşlandırır, stres ve derde yol açar, alacaklının kölesi yapar. Faizli alıveriş evin huzurunu, rızkın bereketini alır. Bugün boşanmalar artmışsa, evlerde huzur azalmışsa, kazançların bereketi kalmamışsa, bunun nedenini faizli alışverişlerde aramak gerekir. Devlet bankalarının kuracağı katılım bankaları ve şubeleri faiz hassasiyeti olan halkımız için faydalı olacaktır, gönülleri rahatlatacaktır.
BÜTÇEDE MİLLİ EĞİTİMİN PAYI %18
Son on yıllarda bütçemizden en çok payı alan hep milli eğitim olmuştur. Ak Parti hükümetlerinden evvel en fazla pay Milli Savunma Bakanlığınındı. Bugün ise en fazla bütçe payı eğitime ve sağlığa ayrılmaktadır. 2015 yılında Eğitime %18, Sağlığa %17 pay ayrılmıştır. Bu da insana yapılan yatırımın artması, insana değer verilmesi demektir. Hastanelerin ardına kadar açık olması, herkesin sağlık sigortasına dahil edilmesi, ilaca ve doktora erişimin kolaylaşması, hastanelerde hastaların saygı ve sevgiyle karşılanması Ak Parti hükümetleri döneminde olmuş, sağlıkta rehin kalma dönemi çok gerilerde kalmıştır. Ayrıca on iki yıllık temel ve mecburi eğitime geçilmiş, derslik ve öğretmen sayısı o nispette artırılmıştır.
Sağlıkta olsun, eğitimde olsun, ileri- geri adımlar atılmış, her bakan değiştikçe farklı bir politika izlenmiştir. Bugün için iki konuda düşünülmelidir: 1-İlaç israfının ve özel hastanelerin devlete çıkardığı fazla faturaların önü alınmalı,  tedavi edici tıbbın yanında koruyucu tıp konusu öne çıkarılmalıdır. Maalesef bilinçsiz alınan ve yazılan ilaçlar nedeniyle evlerimizde poşet poşet ilaçlar çöpe atılmakta, bir kısmı da tedavi etme yerine hastalıkların artmasını tetiklemektedir. Özel hastanelerin bir kısmı hala gereksiz tahlil ve tetkiklerle faturaları şişirmektedir. 2- Eğitimde, müfredat tekrar gözden geçirilmeli, dini eğitimde aksayan yönler üzerinde çalışma yapılmalı, Siyer, Kur’an ve Osmanlıca gibi seçmeli dersler özendirilmeli, gerekirse mecburi dersler arasına alınmalıdır. Kur’an kurslarının konumu, müfredatı tekrar gözden geçirilmeli, hafızlık eğitimi özendirilmeli, bir kısım Kur’an kursu binaları Milli Eğitim Bakanlığına devredilerek imam hatip ortaokullarına dönüştürülmelidir.
Sonuç olarak, milli eğitime ayırılan genel bütçedeki payın artması, eğitimde kaliteyi beraberinde getirmeli, manevi eğitim öne çıkmalıdır. Uyuşturucunun yayıldığı, kötü alışkanlıkların arttığı, evden kaçmaların çoğaldığı, aile düzeninin bozulduğu bir dönemde eğitime ayırılan payın artması bir anlam ifade etmez. Bu payın anlamlı olması için, genç neslin davranışlarına yansımalıdır, üniversite sınavlarında sıfır çekenler azalmalıdır.


Yazarın Diğer Yazıları