DÜN NE İDİK, BUGÜN NE OLDUK?

     Çok şükür yeni bir güne daha uyandık. Korkularımız gitti, ümitlerimiz yeşerdi. Yürüyen tekerimize çomak sokanların kimi mahçup oldu, utandı, kimi de bir başka bahara umutlarını sakladı, "ya sabır” demek zorunda kaldı. Bizler şükredenlerdendik ve Rabbimiz şükrümüzün mükafatını verdi. İbrahim suresinin yedinci ayetinde "şükrederseniz artırırım, ziyadesiyle veririm” buyurduğu gibi ziyadesiyle verdi Rabbimiz. Her karanlık gecenin vardır sabahı, zalimlerde kalmaz mazlumun ahı. Şükredenler hep kazandı, kazanır.
      Dünü bilmeyen bugünün kıymetini bilemez. Dünden ders almayan bugünün zorluklarına katlanamaz. Dünü hatırlamayan bugünü analiz edemez. Geçmişte acılar çekmeyen, el bebek- gül bebek yetişen,
sahip olduğu nimetlerin farkında olmaz ve şükretmeyi düşünemez.
       Rabbimiz, "Hatırlat, öğüt ver. Hatırlatmak, öğütte bulunmak müminlere fayda verir” buyurur. Kulak duyduğundan, göz gördüğünden, kalp inandığından mesuldür. Duyduğumuzu duyurmak, gördüğümüzü göstermek ve inandığımızı yaşamak ve yaşatmak görevimiz. Boş veremeyiz, görmezden ve duymazdan gelemeyiz.
       İnsanoğlunun mayasında unutkanlık ve nankörlük de var, bunun yanında şükür ve kanaat duygusu da var. Şems suresinde, "O nefse ve onu düzenleyene yemin olsun ki, ona (Rabbi) takvayı da, fücuru da (günah işlemeyi de) ilham etti.” Buyrulur.  Nankörlük ve fücur şeytanın hasleti, şükür ve takva ise meleklerin hasleti. Kimi insanın şeytani tarafı galebe çalar, nankörlük eder, kimi insanın da şükür duygusu ve takvası ağır basar ve rabbine şükretmeyi bilir. Başka bir ayette, "Andolsun ki şükredersesiz nimetlerimi artırırım, nankörlük ederseniz azabım şiddetlidir.
Allah'ın sizin teşekkürünüze ihtiyacı yoktur, O ganidir, hamidir” buyrulur. Kış mevsiminde yeterince karlarımız yağmadı ancak Rabbimiz, çok şükür biz kullarını çaresiz bırakmadı, Mart ve Nisan aylarında yağmurlarımızı gönderdi.  Yağmurlar bir kısım yörelerimizde afete dönüştü. Rabbimiz azmasınlar, şımarmasınlar diye kayıplar da yaşatır.
       Dünyanın en büyük afeti sayılan ve on ilimizi vuran depremde gördük ki, milletimiz ve devletimiz el ele verdi, yararımızı en kısa zamanda sarmak için elinden geleni yapıyor. Bütün dünya da yapılanları gıpta ile izliyor. Üç yüz bin çadır, yüz bin konteyner ilk iki ayda kurulabildi ve kalıcı konutların yapımına başladı.
        Bu ülkede iyi ve doğru yapılanlar da var, iyi niyetlerle yapılıp yanlış netice verenler de var. Bu ülkede başarılanlar ve henüz başarılamayanlar var. Vatanını seven, bu millete aidiyet hisseden hiçbir insan, hiçbir yönetici devletinin ve milletinin zararına olanı onaylamaz ve uygulamaz. Ülkemizde iyi yapılanları takdir edebilmeli, kötü yapılanları, yanlış gidenleri de yapıcı
bir şekilde eleştirebilmeli, uyarılarımızı da yapmalıyız.
Ülkesinin başarılarından bir insan mutlu olmuyorsa, o insanın kimliğinde, kanında, inancında sorun var demektir. Ülkemizin insanı yıllar yılı hep ezik yaşadı. Avrupalının yaptığını biz yapamayız dedik, onların mallarına pazar,  fabrikalarına işçi olduk. Bugünlere kadar Avrupa'nın teknoloji atılımlarını, ARGE çalışmalarını sadece seyrettik, Avrupalıya işçi olabilmek için çırpındık durduk.
        Çok şükür bugün onların yaptığını biz de yapar olduk. İHA'lar, SİHA'lar yaptık, en modern helikopterler ve tanklar yaptık, denizaltılar ve uçak gemileri yaptık. Kendimizin yaptığı yüzde yüz yerli ve milli olan bu savaş araçlarını hem ordumuz kullanıyor hem de satıyoruz. Bir kısmımız geçmişi çabuk unuttu, yoklukları, çay kıtlıklarını, mazot kuyruklarını hatırlamaz oldu. Onun için bugünlere şükretmiyor, pandeminin ve Rusya- Ukrayna savaşının getirdiği pahalılığa isyan ediyor. Amacımız, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek değil, şükre ve sabra davet emek ve geçmişte yaşadıklarımızı hatırlatıp geldiğimiz noktayı ortaya koymak.
       Evet, yetmişli yıllarda döviz bulamadığımız için akaryakıt alamadık, petrol bayilerinde kuyruklar oluştu, bidonlarla benzin- mazot sırasına girdik. Az sayıdaki traktörümüze mazot bulup çalıştıramadık. Bu ülkede tütün ve çay yetiştiği halde tütün ve çay bulunamadı.  Özellikle çay ve yağ karaborsa oldu. Pahalı da olsa çay bulup içemedik, yağ bulup yiyemedik. Okullarda
Marşal yardımıyla gelen ABD menşeli süt tozları dağıtıldı, kedinin dahi yemediği vita yağlarına mahkum olduk. Bugünlerde ayını karaborsacılar, aynı menfaatçiler yine hortladı. Pahalanacak algısını yayarak, yağda, şekerde ve çayda stoklar yaparak depolarında bulunan malları katlayarak sattılar ve satıyorlar. Ev kiraları aldı başını gitti. Demek ki deprem bize derr vermemiş, dünkü ev sahiplerinin bugün deprem bölgesinde kiracılarıyla birlikte çadır bulup yan yana kalmaları bize çok şey öğretmemiş.
      SAVUNMA SANAYİİNİN ÖNEMİ
      Bir ülkenin bağımsızlığının iki göstergesi var: Silah gücü ve ekonomik gücü. Bir ülke savunmada ve ekonomide güçlüyse, başkalarına muhtaç değilse tam bağımsızdır, kendi ayakları üzerinde durur. Pandemi döneminde gıdada bağımsızlığın önemi de ortaya çıktı.
      1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı yaptığımızda silah ambargosuyla karşılaştık, harekâtın devamını getiremedik, uçaklarımız kalkamadı, yanlış istihbaratla kendi gemimizi vurduk.
Ordumuzun ve polisimizi silahının ve teçhizatının ancak yüzde yirmisi yerli ve milli idi. Yıllarca NATO'nun demode silahlarını kullandık, bir tane uçak, bir tane helikopter yapıp uçuramadık, yapmak isteyenlerin de önünü kestik. Dışarıdan aldığımız tanklarımızın tamir ve bakımını bile İsrail'e yaptırıyorduk.
Artık kendi üretimimiz Pusat isimli zırhlı araçlarımız var, Altay tanklarımız var, Atak helikopterlerimiz var, İHA, SİHA, TİHA, KIZIL ELMA  gibi insansız keşif ve vurucu hava araçlarımız var. Radara yakalanmayan savaş uçaklarına ve uçan arabalara ramak kaldı. Bu ülkede artık yapılamayan, yapılamaz denilen savunma aracı yok, bulunamayan ve alınamayan gıda maddesi yok. Birçoğunu kendimiz yapıyoruz, üretiyoruz, ihtiyaç fazlasını satıyoruz, bir kısmını da dövizle dışarıdan alıyoruz. Dövizle aldığımız daha çok petrol, doğalgaz ve yüksek teknoloji ürünü elektronik ve dijital makinalar var. Bugün şikayet ettiğimiz hayat pahalılığı ve gıda enflasyonunun sebebi de, kırılan tedarik zinciri ve ağırlıkta yükselen döviz kuru. Onu da ihracatımız arttıkça aşacağız. İki yüz milyarı aşan ihracatımız rekor kırdıkça, cari açığımızı azaltacak, büyüme işsizliğe ve istihdama çare olacak, döviz fazlalığı döviz kurlarını aşağıya çekecek, ekonomiye istikrar ve güven gelecek.
     Bir muhalif kesim var ki, bu ülkenin başarılarına, bu ülke insanının yaptıklarına ve ürettiklerine sevinemiyor, hatta yas tutuyor. Hele bir de bu ülkenin başında Recep Tayyip Erdoğan var diye, böyle giderse baştan gitmeyecek diye kara kara düşünenler, uykusu kaçanlar var. "Tayyip gitsin de ne olursa olsun” diyecek kadar alçalan hain tipler var.  Ekmeğini yiyip suyunu içtiği, maaşını aldığı ülkesinin geliştiğini istemeyenler, hatta kuyusunu kazanlar, bölücülerle kol kola olanlar, dışarıya şikayet edenler, yapılan havaalanı, köprü ve tünel gibi alt ve üstyapı hizmetlerini hazmedemeyenler var. Bu ülkede yıllık yirmi milyar dolar ihracattan alıp 256 milyar dolara çıkaran gücü ve üretimi göremeyen, bu ülke insanının ve idarecisinin çalışkanlığını inkar eden nankör tipler var.
        Evet, bütün bu başarıların ardında önce çalışkan, fedakar ülke insanı var, gözü kara işadamları var. Bir de bu insanların önünü açan, teşviklerle destekleyen, güven veren
hükümet var. Hepsinin başında insanımıza özgüven veren, öngörülü, vizyoner, casur, karizmatik bir lider var. 
       Yeri gelince yapıcı şekilde eleştirmeli, yanlışlara fren olmalı, doğrulara da alkış tutmalıyız. Büyüklerimiz "marifet iltifata tabi, müşterisiz meta zayi” demişler. Bir başarı iltifat görmezse, alkışlanmazsa, körelmeye, yok olmaya mahkumdur. Müşterisi olmayanın malın da ziyana uğradığı bir gerçektir. Çok şükür, hainler ve nankörler olsa da çoğunluk yediği tekneye tükürmedi. Sandıka yiğide hakkını verdi.
       2003'de bu ülkenin başına gelen kadro, bu ülkede seksen-doksan yılda yapılamayanı yaptı, milli gelirimizi dörde-beşe, ihracatımızı 10'a katladı. Duble yol, tünel, hızlı tren, köprü gibi hizmetlerle ülkeyi donattı, binlerce okul ve kamu binaları yaptı, yeniledi. Köy yolları asfalt oldu, köy sokakları bile kilitli taş döşendi. Organize sanayi sayısı beşe- ona katladı, bu ülkede üretim patlaması yaşandı. Çocuklarımızın eğitim seviyesi yükseldi, temel eğitim on iki yıla çıktı, beş yaşından itibaren kreşlerde ve anaokullarında Kur'an ve din dersi eğitimi başladı. Bu sahada eksiklerimiz, kalite sorunumuz olsa da epeyce yol aldığımızı söyleyebiliriz.
       "Öldük, bittik, açız” edebiyatı artık inandırıcılığını yitirdi. "Öldük, bittik, açız” diyenler, bu ülkenin değerlerini içselleştirmemiş, özentili ve nankör tiplerdir. İnsanına güvenen, ülkesine ve değerlerine bağlı olan insan, geçici krizleri, fiyat dalgalanmalarını bahane ederek devletini aşağılamaz, dışarıya hiç şikayet etmez, bu milletin mensubu olmaktan utanmaz, başkalarına asla özenmez. Ülkesini seven insan, pandemi dolayısıyla gelişmiş ekonomiler bile dökülürken, hastaneleriyle göz dolduran, dışarıya solunum cihazları satan, sağlık hizmetinde çağ atlatan ülkesiyle övünür ve gurur duyar.
Evet, bu ülke bizim, bu millet için ne yapsak azdır. "Bu ülkede yaşamaktansa Avrupa'da bulaşık yıkarım” diyen beyinsiz ve şuursuz tipleri uyarmalı, bunları yetiştiren eğitim sistemini sorgulamalıyız.  Allah o insanları ıslah esin, şuur ve hidayet versin. Yunus'un dediği gibi, "Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun”.

Yazarın Diğer Yazıları