İnsan İnanan Varlıktır

İnsanı diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerden biri inanmasıdır. Tarihte inançsız bir toplum yoktur, hak veya batıl, ilahi (semavi) veya beşeri bir dine her zaman inanmışlardır insanlar. Hatta "benim dinim yoktur, ateistim” diyenler bile kendilerinin tabiat tarafından var edildiğine inanır, bu da bir inançtır.

Bizim inancımızda insanın atası Adem'dir ve tek bir atadır. Dolayısıyla bütün insanlar Adem'in çocuklardır, insan hakları noktasında eşittir. İnsan insana önce insan olduğu için saygı duyar, her türlü doğuştan getirdiği hakkını teslim eder. Yunus'un dediği gibi, "yaratılanı severiz yardandan ötürü”.

Evet, sosyal bir varlık olan insanın hemcinslerine karşı görevleri vardır: ilki din kardeşi olarak görevi, ikincisi komşuluk ve akrabalık görevi, son olarak da insanlık hukukuna riayet. Bütün hak ve görevlerin başında din kardeşliği hukuku gelir. Ayet-i kerimede buyrulduğu üzere, "Ancak mü'minler kardeştir”. Mü'minler birbirlerine kardeş gözüyle bakaralar, birbirlerinin can, mal, namus güvenliğine zarar vermezler, aralarında sulhu ve sükunu hakim kılarlar, maddi ve manevi olarak yardımlaşırlar, dayanışırlar, düşeni kaldırırlar, tökezleyenin elinden tutarlar, küsmezler, küsenleri barıştırırlar, işlerini istişare ile yaparlar, anlaşmazlıklarda şiddete başvurmazlar, fikirlere saygı duyarlar, birbirlerine merhamet ederler, komşusu açken tok yatamazlar, aralarında selamı yayarlar, acılarını ve sevinçlerini paylaşırlar, küçüklerine şefkat ve merhamet, büyüklerine saygı ve sevgi duyarlar, incitmezler ve incinmezler, haset ve çekememezlik yapmazlar, sadece hayırda yarışırlar, önde gidene gıpta ederler.

Din kardeşliği hukukunun altında da akrabalık hukuku vardır. Birbirleriyle kan bağı olan, sıhri ve nesebi yakınlığı olan insanların birbirleriyle dayanışmasına, yardımlaşmasına, ziyaretleşmesine, gözetmesine sılay-ı rahim diyoruz. Sılayı rahim farzdır, Efendimizin ifadesiyle "sılayı rahim ömrü uzatır, rızkı çoğaltır”. Anne- babaya itaat ve saygı Allah'a itaatın ve saygının hemen ardından gelir. Yani Rabbimiz kendi hakkıyla ana- baba hakkını bir tutmuştur, kendi rızasını ana- babanın rızasına bağlamıştır. Komşuluk hukuku da akrabalık kadar önemlidir. Çünkü sabah kalktığımızda ilk karşılaştığımız insan komşumuzdur, hastalandığımızda bizi doktora yetiştirecek insan da komşudur.

Son olarak insanın bir de insan olarak diğer insanlara, hemcinslerine karşı görevi ve sorumluluğu vardır. Bir defa her insan mübarektir, Allah'ın kuludur, Adem babamızın çocuğudur, kısası gerektiren bir suçu yoksa her insanın canı, malı, namusu dokunulmazdır. Yunus Emre, bu hukuku, "yaratılanı severim yaratandan ötürü” diye formüle etmiştir. Can, mal ve namus güvenliği açısından, adaletli davranma noktasında insanlar arasında din ayrımı ve önceliği yoktur. "İnsanlar arasında hekem olduğunuzda adaletle hükmedin” buyrulur ayet-i celilede. Adalet mülkün temelidir ve bütün insanlığın ortak değeridir. İnanmak bir gönül işidir, asla baskı ve cebir kullanılmaz. İslam'ın tebliğ metodunda ve cihat anlayışında amaç zulmü, baskıyı, inanmanın önündeki engelleri kaldırmaktır. Zorla inandırmak ve inanmayanı öldürmek yoktur.

BAYRAMLAR NİÇİN VAR?

Bayramlar insanlığımızı, kardeşliğimizi, komşuluğumuzu, akrabalığımızı hatırlama, İslam'ın bu güzelliklerini yaşama, İslam anlayışımızı yeniden gözden geçirme günleridir. Bayramlar sevinme, sevindirme günleridir ve fıtri bir ihtiyaçtır. Medine'ye gelen muhacirler, Efendimizden istekte bulunurlar: "Ya Resulallah, yahudilerin bayramları var, bizim de olsun.” İşte Ramazan ve Kurban bayramları bu istek üzerine lutfedilmiş, o günden bugüne biz İslam ümmetinin bayramları olmuştur. Bizim gibi bazı milletler bu dini bayramlarla yetinmemişler, kurtuluş ve kuruluş günlerini de milli bayramlar olarak ilan etmişlerdir. Ama Ramazan ve Kurban bayramlarımızın sıcaklığı ve ruhaniyeti başka hiç bir bayramda yoktur.

Gel gör ki son yıllarda bayramlarımızın içi boşalmaya başladı. O kardeşliğimizin pekiştiği, fakirlerimizin doyurulup giydirildiği, çocukların sevindirildiği, büyüklerin ziyaret edildiği, sılayı rahim yapıldığı günler olmaktan çıktı, sahil ve yurt dışı tatillerine gidildiği, evlerin kapılarının kapandığı, denizlere akın edildiği, otellerden rezervasyon yaptırıldığı, tur gezilerine çıkıldığı günlere dönüştü bayramlar.

Evet, özellikle Ramazan ve Kurban bayramlarımız o manevi havasından çok şey kaybetti, tutkal görevini yapamaz oldu. İnsanlar, "o eski bayramlar nerede” demeye başladı. Eski bayramları tekrar yaşamalı ve yaşatmalıyız. Bizim gibi ilçe boyutunda küçük yerleşim yerlerinde yaşayanlar çok şükür kısmen de olsa o eski bayramları yaşıyor, yaşatıyor. Komşularımız geliyor, bizler onlara gidiyoruz. Çevremizdeki büyüklerin ellerini öpüyoruz, ziyaretlerini yapıyoruz. Babalarımız -annelerimiz yaşıyorsa evlatlar ve torunlar olarak bayram sabahı onların evinde toplanıyor, iki üç kuşak birlikte bayram yemekleri yiyoruz. Anamız babamız yoksa komşular birlikte toplanıp ilk bayram sabahı yemek karıştırıyoruz. Henüz metropol-büyük şehirlerin soğukluğu, yalnızlığı ilçelerimize, köylerimize uğramadı, küçük yerleşim yerlerinde hala o eski geleneklerimiz yaşanıyor, yaşatılıyor. O yüzden ikamet ettiğim Çumra ilçemizi seviyorum, o yüzden büyük şehirlere göçmek istemiyorum.

Büyük şehirlerde insanlar yalnız, komşulara kapılar kapalı, yardımlaşma, dayanışma ve imece kültürü kaybolmuş, insanlar selam veren, hal-hatır soran komşuların özlemi içinde. O yüzden bayram günlerinde büyük şehirler boşalıyor, insanların bir kısmı bayramı yaşamak için köylerine, yakınlarına gidiyor.

Evet, bizi biz yapan, bizi iri ve diri tutan, kardeş kılan değerlerimizin başında bayramlar gelir. Bayramların otantik güzelliğini, manevi boyutunu ve anlamını yeni nesillere de öğretmeli ve ailece yaşatmalıyız. Birlikte serilen bayram sofralarımız, et ve şeker gibi ikramlarımız devam etmeli, fakir- zengin, büyük- küçük arasında bayram köprüleri kurulmalıdır.

Kurban Bayramınız mübarek olsun, alem-i İslam'a hayırlar getirsin.


Yazarın Diğer Yazıları