Koltuklar Ne Tatlıymış(!)

Hırs, tamah, açgözlülük, doyumsuzluk, mal ve makam sevgisi vb. duygular az veya çok her insanın fıtratında -hilkatinde var. İnsan, hırs, doyumsuzluk, mal ve makam sevgisi, azim ve gayret sayesinde çalışır, okur, yarışlar-imtihanlar kazanır, hayata bağlanır, makamlar elde eder, mallar edinir, hasılı dünyayı imar ve inşa eder. Bu duygular dozunda olur ve dengeli tutulursa faydalıdır. Aksi halde insanı taştan taşa çarpar, uçurumlardan atar, terör örgütlerine üye yapar, sonunda insan Fetö gibi paralel örgütlere yem olur, insanlıktan çıkar.

Evet, insan hırslı yaratılmış ki dünyayı imar etsin, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışsın. İnsan bir cennet özlemi taşısın ki, bir büyük bir irade ve güç tarafından yaratılıp sorguya çekileceğine inansın ki bugün ölecekmiş gibi de ahirete çalışısın. İnsan bu iki yönüyle hayvan ile melek arasında bir vasatta-konumda yaratılmıştır. Onda hem hırs, tamahkârlık, açgözlülük, doyumsuzluk var; hem de o aşırı duyguları frenleyen sabır, ihlas ve hesap verme-mesuliyet duygusu var.

Özellikle koltuk sevgisi, makam ve mal kazanma hırsı, baş olma sevdası bugün insanoğlunun en büyük belasıdır, imtihanıdır. Her insanın içinde bir baş olma sevdası var. Bu istek dağdaki çobanda da var, üniversitedeki profesörde de . Onun için insan siyasete atılır, en azından ilgi ve heves duyar. Çünkü koltukların çoğuna ancak siyasetle oturulur, emir verme makamlarının çoğu siyaset yaparak elde edilir. Öyle koltuklar var ki, siyaset olmazsa, bir partiye mensubiyetin olmazsa, ağzınla kuş tutsan elde edemezsin, on parmağında o hüner olsa dahi o koltuklara oturamazsın.

Bugün milletvekilleri ve belediye başkanları, bu milletin en becerikli, en zeki, en bilgili ve en vasıflı insanları mı? Hayır, siyaset onları oralara getirmiştir. Elbette kabiliyetleri, dilbazlıkları, insani ilişkileri ve bir de siyasi gayretleri oralara seçilmelerini sağlamıştır. Unutulmasın ki onlardan çok daha zeki, bilgili, vasıflı insanlar keşfedilmemiş, siyasetten uzak oldukları için makamdan, mansıptan da uzak kalmışlardır.

Siyasetle gelinen o koltuklar o kadar tatlı ki, oturan bir daha kalkmak istemiyor. Kimse "ben görevimi yaptım, nöbetimi tuttum, başkaları da otursun” demiyor. O koltuklarda oturanlar, "buralara benden başkası layık değil, bu koltuk benim hakkım” diye düşünüyor. Çünkü o koltukların karşısında alkışlar var, etrafta el-pençe duranlar var, kapını aşındıranlar var, olduğundan daha büyük değer verenler var, egonu daha da şişirenler var.

Bizde öyle bir siyasi partiler yasası var ki, mevcut başkan istifa etmeyince parti genel başkanını değiştirmek imkanı yok. Geçmişte Demireller, Ecevitler ölümüne kadar o koltuklarda kaldılar, kalmak istediler. Günümüzdeki parti genel başkanları da öyle.

Ağızlarda sakız olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da gitmemek için direndikçe direniyor. Her seçimde kaybetmesine rağmen hiç "kaybettim” demiyor. Her başarısızlıktan sonra bir başarı hikayesi uyduruyor. Etrafını çeviren, her seçimde sadece milletvekili olmak için yarışan dalkavuklar oldukça, istediğini delege yaptıkça, bir genel başkanı değiştirmek mümkün mü? Hasta yatağından bir türlü çıkamayan Sayın Deniz Baykal bile "benden bu kadar” diyemedi, hasta yatağında yarı felçli halde milletvekili seçildi. Yemin törenine dahi gelemedi.

Evet, koltuğa yapışıp kalma hastalığının tedavisi yok. Benim bildiğim o hastalığın tedavisi varsa o, ahirete iman, dava şuuru ve dünyayı misafirhane olarak görmek. İşte bu inanç ve şuur insanda galip olursa koltuğu bırakmasını bilir. Nitekim eski başbakanlarımızdan Sayın Ahmet Davutoğlu, Ankara Belediye Başkanımız Melih Gökçek, İstanbul Belediye Başkanımız Kadir Tobbaş, Bursa ve Balıkesir Belediye Başkanlarımız zor da olsa bu vefayı, bu fedakârlığı gösterdi. Kılıçdaroğlu gibi koltuğa yapışıp kalanları gördükçe Ahmet Davutoğlu ve Melih Göçek gibi dava adamlarına sevgim bir kat daha arttı. Görevden çekil denince çekildiler ve küsmediler. Bu millete hizmet etmek isteyenler için başka yollar da var dediler.

Sonuç olarak, dua edelim ki Allah koltuk hastalığıyla bizleri imtihan etmesin. Etrafımızda birçok koltuk hastasını görüyoruz. Bir şekilde buldukları koltuğu bir daha bırakmak istemiyorlar. Ben nöbetimi tuttum, bir başkası gelsin demiyorlar. Sanırım bir hadiste, "şerefü'l mekan bil mekin” buyrulur. Yani koltuğa şeref veren onun üzerinde oturandır, aksi halde koltuklar insana şeref vermez. Koltuğun hakkını veremeyenler verebilenlere devretmelidir. Sayın Erdoğan gibi o koltuğa hakkıyla gelenler, koltuğa şeref verenler de orada kalmalıdır.

 


Yazarın Diğer Yazıları