Nefisler Semiriyor, Gönüller Çoraklaşıyor

Kalp, yürek, gönül, ruh, vicdan gibi kavramlar nüanslarla birbirine yakın anlamlar taşır. Hepsi de insanı insan yapan ana unsuru ifade eder. İnsanın bedeni- fiziği sadece kaptır, kovandır, kabuktur, binektir, zahirdir. Esas olan özdür,  batındır, içindeki ruhtur, kalptir, gönüldür. İnsanın göğüs kafesinde atan, kan pompalayan, vücudu besleyen, bedeni canlı tutan yumruk kadar et parçasına kalp diyoruz. Bu etin bir adı da yürektir. Bu kavramları daha çok mecazi anlamlarıyla kullanırız. "Yüreksiz adam” derken korkak insanı kastederiz, "kalpsiz adam” derken "merhametsiz, acımasız insan”ı anlatmak isteriz. "Ruhsuz adam” derken "şuursuz, bilinçsiz idealsiz insan” demek isteriz.

     Evet, insan kalbinden yakalanır, yüreğinden tutulur. İnsan ruhuyla ölümsüzdür, vicdanıyla, inancıyla hayvanlardan ayrılır. Ruhun ve vicdanın merkezi de kalptir. Peygamber Efendimiz, "İnsanda bir et parçası var ki, o salah, temiz, sağlıklı olursa, bütün vücut sağlıklı olur, o fesat- bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat edin, o kalptir” buyurur.  Burada anlatılmak istenen, maddi kalp değil, manevi kalp dediğimiz ruhtur. İnsan bedenine hükmeden, yöneten hem maddi kalptir, hem manevi ruhtur. Ruhun, kalbin gıdası da manevi duygulardır, inançlardır, kültürel değerlerdir, sevgi ve aşktır. Bir çocuk sevgiyle doyurulursa, inanç değerleriyle eğitilirse dünyası da ahireti de mamur olur, her iki dünyada mutlu olur.

    Evet, ruh ve nefis hakkında bilgilerimiz çok sınırlıdır. Ayet-i celilede, "Ey Habibim, sana ruhtan sorarlar, de ki o Rabbimin bir emridir” buyrulur. Ruh ölüm anında bedenden ayrılan bir nefestir, tekrar bedenleşecek ve öbür alemde hesap görecek, hesaba çekilecektir. Kıyame Suresinde "İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” buyrulur. Nefis ile ruha aynı anlamı veren alimler de olmuştur.  Daha çok ruh meleki yönümüzü, nefis de hayvani yönümüzü temsil eder. Nefsin gıdası da heva ve hevestir, insanı hep günaha meylettirir, hep şeytana alet olur. Maalesef bugün daha çok nefislerimizi doyurmak için çalışıyoruz, nefislerimizin istediklerini daha çok yapıyoruz, heva ve hevesimize daha çok kapılıyoruz ve hiç ölmeyecekmişiz gibi dünya zevklerine dalıyoruz. Daha güzel evlerde oturmak, daha güzel arabalara binmek, daha güzel yerlerde tatil yapmak ve daha güzel ortamlarda yaşamak ve daha yüksek makamlara çıkmak için yırtınıyoruz, bukalemun gibi renk değiştiriyoruz, eğilip bükülüyoruz. Diğergamlığımızı, merhametimizi, kişiliğimizi, özümüzü kaybediyoruz, ruhumuzun sesine kulak vermiyoruz. Biz buna gönül çoraklaşması diyoruz.

   Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, bir konuşmasında, "modern binalar yaptık, modelli arabalara bindik, geniş yollar açtık ama gönüllerdeki, kalplerdeki çoraklaşmayı durduramadık. Şehirlerimiz mamur oldu ama kalplerimiz çoraklaştı, harap oldu” dedi. İşte zor olan burasıdır. Para kazanılır, evler yapılır arabalar alınır, yollar yapılır ama kalpleri süslemek, ağartmak, temizlemek sadece para ile yapılacak işlerden değildir. Güzel okullar yaparsın, içerisine akılı tahtalar, laptoplar koyarsın, süslersin, bezersin ama içerisinde aşkla, sevgiyle eğitim veren idealist öğretmenler yoksa o okullar kuru duvardan ibaret kalır. Eğitimde bir milim ilerleme kaydedilemez.

   Evet, çocukları önce anne- babalar yetiştirir, sonra öğretmenler üzerine koyar ve çevrede son şeklini alır. Çocuklar en modern ve rahat evlerde büyüse ama anne- baba fazilet ve ahlak yoksunu ise, yetişen çocuklar da ahlak yoksunu olur. Evet, çocuğun eğitimi taklit ile başlar, önce anne babayı taklit eder, sonra öğretmenine özenir. Çocuğun önündeki bu insanlar örnek şahsiyetler olmalı. O sebeple eğitime anne- babalardan başlamalı, aile kuran anne- baba adaylarını öncelikle eğitmeli, anne babalık- evlilik kursları açmalı, belgeler vermeli, sonra evlendirmeli. Ev kadınlığı ve annelik de en saygın iş olarak görülmeli, çocuk yetiştiren kadınlar da kamu görevlisi gibi sigortalı sayılmalı ve emekli yapılmalı. Sağlıklı çocuklar yetiştirmek için kadınlar, anne adayları iş kadınlığına, iş hayatına değil, ev hayatına, anneliğe teşvik edilmeli ve evinde mutlu yapılmalı. Aksi halde doğurganlık da azalıyor, genç nüfus da düşüyor.  Biz de yirmi yıl sonra Avrupa'nın düştüğü acıklı duruma düşeceğiz, yaşlı ve üretemeyen, sadece tüketen bir nüfusa sahip olacağız.

   Evet, kalpler giderek çoraklaşıyor ki kadın cinayetleri artıyor, aileler dağılıyor, fırsatçılar-kapkaççılar çoğalıyor, uyuşturucu tacirleri bayram ediyor, sokaklar güvensizleşiyor, mahalleler soğuyor, misafir odalarımız boşalıyor, kapı komşularımız selamsız, kelamsız geçiyor, huzur evleri doluyor, boşanmalar artıyor.  

   Anne- babaların eğitiminden sonra daha kaliteli, daha idealist öğretmenler yetiştirmeli, öğretmenlik en prestijli mesleklerden olmalı, öğretmen okulları, eğitim fakülteleri en çok tercih edilen fakülteler olmalı. Bunun için öğretmenin maaşı yüksek olmalı, hayat kalitesi yüksek olmalı, öğretmenlere gıpta ile bakılmalı.

    Evet, iletişim araçlarının pik yaptığı şu dönemde insanı evine bağlayan, işine bağlayan, dinine bağlayan, değerlerine bağlayan, kendisiyle ve toplumuyla barıştıran bir eğitim politikası takip edilmeli, müfredatta öğretimden daha çok eğitime yer verilmeli, her bir ders kitabının içinde kültürümüze yer verilmeli, İbni Sina, Farabi, Biruni, Gazali gibi tarihi şahsiyetlerimiz, bilim adamlarımız tanıtılmalı, örnek model olarak sunulmalı.  

 


Yazarın Diğer Yazıları