ODTÜ’de Mescid Tartışması

Geçen hafta ODTÜ kampüsünde "Mescid" kavgasına şahit olduk. Bir grup öğrencinin cami veya mescid talebi başka bir grubun hışmına uğradı, namaz kılan veya kılmak isteyen öğrenciler ağır şekilde dövüldü. Yüzde doksandan fazlası müslüman dediğimiz, asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yapan bir milletin üniversitesinde camiin veya mescidin olmaması, açılmasını istemenin bile suç sayılması, başta rektörlerin buna karşı çıkması gerçekten çok düşündürücü.  Pekiyi biz nereden nereye geldik?
   Camilerin en yükseklere, İstanbul’da olduğu gibi, yedi tepeye, tepe noktalara kurulduğu, şehirlerin ve eğitim kurumlarının (medreselerin) camilerin etrafında çevrelendiği bir medeniyetten, mabetsiz şehirlere ve mabetsiz üniversitelere sürüklendik. Çok şükür, namaz kılmak isteyenlere bodrum katların, nemli ve havasız mekanların gösterildiği, gizli ve dar mekanlarda, kömürlüklerde tahta ve karton seccadelerin üzerinde gizli namaz kılındığı günlerden, üniversitelerde merkezi mekanlarda geniş mescidler, hatta camiler talep edecek günlere geldik. Bu şuurun önünde kimse duramayacak, korkak, pısırık, değerlerine yabancı rektörlerin dönemi sona erecek, üniversite kampüslerinin en merkezi yerlerinde, kamu binalarının en geniş odalarında, hatta bütün okullarda mabetler açılacak. 
    Evet, modern hayatta birçok değerlerimizi kaybettik. Önce camilerimiz işlevini kaybetti. Peygamber Efendimiz döneminde cami, devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı mekândı. Nikâhlar camide kıyılıyordu, fakir- fukara camide görülüyordu, sosyal ihtiyaçlar camide karşılanıyordu. Cami, ibadet mekânı olduğu kadar bir iletişim, yardımlaşma ve eğitim merkeziydi. Gazetelerin, televizyonların, radyoların ve telefonların olmadığı zamanlarda insanlar camide bilgileniyor, haberleri camide alıyordu. 
      Camiler, sosyal dayanışma ve kaynaşma mekanları olarak Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de bu işlevini devam ettirdi. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde özellikle Selatin camileri bir külliye (üniversite) olarak inşa edildi, etrafına medrese kuruldu, han- hamam yapıldı, imarethane- aşevi açıldı. Medeniyetimizde camiler şehirlerin kalbi oldu, şehirler camiler etrafında kuruldu, büyüdü. Yani önce cami yapıldı, evler etrafında kümelendi.  Camiler müslüman mahallenin simgesi olurken, çevresindeki han, hamam ve imarethaneler dolayısıyla evsizlerin, barksızların sığınağı oldu.  
     Bugüne geldiğimizde külliye dediğimiz üniversiteler tarihe karıştı, mabetsiz üniversiteler kuruldu, sekiz-on kişinin namaz kılabildiği kömür deposundan çevrilme mescidler görünmez mekanlara, bodrumlara hapsedildi, üniversitelerde cami talep edenler gericilikle  ve yobazlıkla suçlandı, “mescid veya cami isteriz” diyen öğrencilere sopalar atıldı. Bir kısım kendini bilmez, cibiliyeti bozuk öğrencilerin yanında bir kısım öğretim üyeleri de camilere karşı çıkar oldu. Öbür yanda camiler sadece namaz kıldıktan sonra boş bırakılan, beş vakitte yirmişer dakika açık kalan mekanlar haline geldi. Hocalar da adeta namaz memuru gibi görülmeye başladı. Zaten adları da devlet memuruydu. 
   Terörün, kapkaççılığın şehirlerimizi yaşanmaz hale getirdiği şu günlerde külliyeyi hatırlatan üniversiteleri yeniden kurmalıyız. Din Hocalarımız gençlikle ilgilenmeli, camiler bir eğitim ve dayanışma merkezi olmalıdır. Camiler üç- beş ihtiyarın namaz kılıp birbiriyle konuşmadan ayrıldığı mekânlar olmaktan çıkmalı, dertlerin paylaşıldığı bilgilerin tazelendiği, toplumun dayanıştığı ve kaynaştığı sıcak, huzur ve güven veren mekânlar olmalıdır. Hocalarımız da tebliğ edememenin, cemaat bulamamanın ezikliği ve sıkıntısından kurtulmalı, camilerin çevresinde yeni projeler geliştirmeli, yanı başında çay ve kahvelerin içildiği kıraathaneler olmalı, gençleri çeken mekânlar yapılmalı, çocukların oyun parkları hemen camilerin yanı başına yapılmalı, çocuklar o yaşta camilerle tanışmalı, hocalar onların oyunlarına katılmalı, camilerde onlara müezzinlik gibi görevler vermelidir.
   Sonuç olarak, her üniversitenin, her okulun mutlaka mescidi veya camisi olmalıdır. Okulların, kurumların, otogarların, otellerin temiz ve geniş mekânları mescid olarak tahsis edilmelidir. Müslüman ülkeye ve Müslüman millete bu yakışır.
       TEKKELER TEKRAR CANLANDIRILMALIDIR
   Televizyonda Tarihçi- Yazar Yavuz Bahadıroğlu’nu dinledim. Konya’da üniversite öğrencilerine verdiği konferansın konusu, “Selçuklu ve Osmanlı’da tekkelerin işlevi” idi. 
   Selçuklu ve Osmanlı döneminde camilere ek olarak tekke ve zaviyeler, yani tasavvuf mektepleri ve mekanları vardı. Yani tekke ve zaviyeler bir nevi camilerin tamamlayıcısı, camiye giden yolların adıydı.  Camiler ibadet ve ilim merkeziyse, tekkeler de irfan ve ahlak merkezleriydi. Edep, ahlak, haya gibi erdemler tekkelerde kazanılıyor, camilerde yaşanıyordu. Yani insanları camiye tekkeler hazırlıyor, tekkeler ısındırıyordu. Camiler daha resmi dururken tekkeler daha sivildi. Günümüz cemaatlerinde olduğu gibi tekkeler belli kesimlerin beyin yıkama merkezleri değil, toplumun tamamına açıktı. Şucu- bucu, şunun adamı- bunun adamı yoktu. Anadolu’da müslümanlık tekkeler yoluyla yayıldı, Balkanlara İslamiyet’i tekkeler taşıdı.
    Yavuz Bahadıroğlu’nun dediği gibi, Selçuklu’da ve Osmanlı’da tekkeler, birer psikiyatri merkezleriydi, insanlar oralarda ruhen rahatlıyordu. Tekkelerde su ve musikiyle ruh hastaları tedavi ediliyordu, stres ve bunalımları gideriliyordu. Borcu olan, derdi olan tekkelere gider, orada çaresi bulunurdu. Tekkeler zikir merkezleri olduğu kadar huzur merkezleriydi. Temeli de Dar-ı Erkam’a dayanıyordu. Efendimiz tekke kültürünü Dar-ı Erkam’da başlatmış, ilk sahabileri Dar-ı Erkam’daki sohbetleriyle yetiştirmiştir. Daha sonra Medine’de  Mescid-i Nebevi sohbet mekanı olmuş, etrafındaki sofalar da birer yatılı mektep halinde işlev gömüştür.
    Bugüne geldiğimizde gençliğimizi tekrar kazanmak, kültürel değerlerimizi gençliğimize vermek istiyorsak bu sohbet mekanlarını tekrar canlandırmalı, camilerimizi sadece namaz kılınan mekanlar olmaktan çıkarıp ilim ve irfan merkezlerine dönüştürmeliyiz. Camilerin yanında kıraathanesi, çay evi, sohbet mekânları olmalı. Çayını yudumlayan, gazetesini ve kitabını okuyan, sohbete katılan insanlar ezanlar okununca camiye girmeli, namazdan sonra insanlar birer robot gibi evine dağılmamalı, hal- hatır sohbetleri yapmalıdır. İhtiyacı olan camide bulunmalı, derdi olan camide dile getirmeli, evinde sorunu olanın sorunu camide çözülmeli.
   Hocalarımız da maaşını namaz karşılığında değil, camiye ve cemaate yaptığı hizmet karşılığında almalı, günün büyük kısmını cami çevresinde geçirmelidir.

Yazarın Diğer Yazıları