Oh Be, Dünya Varmış

Bazı nimetlerin kadrini maalesef elimizden çıktıktan sonra anlıyoruz. Dişimiz, gözümüz, kulağımız, hepsi birbirinden üstün, birbirinin yerini tutmayan nimetlerdir. Bu azalarımızdan birisi elden çıkınca adeta yarım kalıyoruz, bağımlı oluyoruz, yaşlandığımızı, ölüme doğru hızla yaklaştığımızı hissediyoruz. Hele gözden mahrumiyet, bütün mahrumiyetleri bastırıyor.
    Bir kıssa anlatılır: İrsal oğullarından birisi beş yüz yıl ibadet etmiş ve ‘Rabbim beni cennetine koymak zorunda, bana cennetini vermeyip de kime verecek’ diyerek adeta böbürlenmiş, Allah’ı minnet altına almış. Tabii ki Rabbimiz kulun bu yaklaşımından hoşnut olmamış ve cennete ibadetlerle değil kedisinin rahmetiyle girileceğini bildirmek için bir melek gönderiş ve ‘kulumun beş yüz yıllık ibadetiyle verdiğim göz nimetini karşılaştır’ buyurmuş. Görevli melek, teşbihte hata olmasın, göz nimetini terazinin bir kefesine, beş yüz yıllık ibadeti terazinin öbür kefesine koyup tartmış ve göz nimeti ağır gelmiş. Rabbimiz kuluna nida ederek şöyle buyurmuş: ‘Ey kulum, sen daha göz nimetini ödeyememişsin, bu halinle cennete nasıl gireceksin? Beş yüz yıllık ibadetin de olsa cennete girmek için benim rızama ve rahmetime muhtaçsın.’
     Evet, bizim ibadetlerimiz verilen nimetlerin şükrünü ifade etmek içindir. Cennete ise Rabbimizin rızasıyla ve rahmetiyle girilir. Abit olalım, alim olalım hepimiz Rabbimizin rızasına, lüffuna ve rahmetine muhtacız. Kulun görevi, hakkıyla iman etmek, halis niyetle ibadetlerini yapmak ve Rabbinin rahmetine muhtaç olduğunu bilmektir. Ümitsiz olmak da yoktur. Çünkü ayet-i kerimede, ‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin’ buyrulur.
      Göz nimetinin ne kadar önemli olduğunu biliyordum ve görme zafiyetini iki yıldır çokça hissediyordum. Aldığım gözlüklerden de fayda görmüyordum. Yazılarımı yazarken harflerin puntolarını büyütüyordum. Bu arada çok sevdiğim kitap okumalarım da azalmıştı. Nihayet bir dostumun tavsiyesiyle Konya Göz merkezinde katarakt ameliyatı oldum. Ertesi gün çarşıya çıktığımda dükkânların levhaları bir başka parlıyordu, cadde kenarındaki evler, duvarlar sanki yeni boyanmıştı. Çevredeki her şey daha farklı görünüyordu, daha netti. Belli ki ben görme zafiyetinden dolayı renkleri unutmuştum. On metre ilerisi bulutluydu, bulanıktı. Selam veren dostlarımı yanıma yaklaşmadan tanıyamıyordum, yüzleri uzaktan seçemiyordum. İki yıl boyunca boşuna beklemişim, çok kolay bir ameliyatı geciktirmişim. Şimdi ‘oh be dünya varmış’ diyorum. Doktorum Fikret Uçar Bey’e ve ekibine özellikle teşekkür ediyorum, eline, koluna ve ilmine sağlık diyorum.
     Konya göz hastanesinin çok yoğun olduğunu gördüm. Doktorlarımız, özelde Dr. Fikret Uçar Bey ehliyetiyle ve tedavi ettiği hastalarının şehadetiyle kedini kanıtlamış, göz sorunu olan insanlar akın akın kendisine geliyor. Nasıl ki arılar bal alacağı çiçeği arayıp buluyorsa, insanlar da ehil doktorları arayıp buluyor. Şunu unutmayalım ki, ‘Şafi’ olan, şifa veren Rabbimizdir, doktorlarımız sadece burada sebeptir. Allah onları başımızdan eksik etmesin. Doktorluk dinimize göre farz-ı kifaye bir meslektir, sabır ve özveri gerektirir. Doktorlarımız aldıkları dualarla yaşarlar, hastalarından gelen bir teşekkürle moral bulurlar ve bütün yorgunluklarını unuturlar. Çünkü marifet iltifata tabidir, alıcısı olmayan meta zayidir. Burada böyle kutsal bir mesleği seçtiklerinden ve sabırla yürüttüklerinden dolayı bütün doktorlarımızı kutluyorum, kendilerine başarılar diliyorum.  
     Özellikle göz nimeti geciktirmeye ve ihmale gelmez. Gözün ve görmenin olmadığı bir hayat anlamsız, tatsız ve tuzsuzdur. Görmeyen veya görmesi kısıtlanan insan okuyamaz, gezemez, bilemez, gelen tehlikeyi fark edemez, araba süremez. Dolayısıyla yaşamdan haz alamaz, bağımlı yaşamak zorunda kalır.
     Allah kimsenin azasını noksan etmesin, kimseyi gözsüz bırakmasın! Engelliler haftasının kutlandığı şu günlerde görmeyen kardeşlerimize de Allah sabır ve şifa versin diye dua ediyorum.


Yazarın Diğer Yazıları