Ölüm de Doğum da Devam Ediyor

Dünya bir misafirhane, her gün dolup boşalıyor. Birileri gidiyor, başka birileri geliyor. Bunca savaşlara, trafik kazalarına, çaresiz hastalıklara rağmen her gün gelen gidenden daha fazla oluyor ve dünyanın barındırdığı, misafir ettiği nüfus artıyor.

Evet, her gün dünyanın dört bir köşesinde devam eden savaşlar, terör olayları, ölümcül hastalıklar, trafik kazaları, kalp krizleri, doğum hataları, doktor hataları birilerini dünya evinden alıp ahiretin, ebedi dünyanın kapısı olan kabre taşıyor. Yine insanlar kimi nesepsiz(nikahsız), kimi nesepli (nikahlı evlilikten) doğmaya, dünyadaki evine gelmeye devam ediyor. İlahi kanun böyle tecelli ediyor. İnsanlar cennet ve cehennem hayatından önce geçici misafirhaneye gelmek durumunda. Burada imtihan edilmeden cennet veya cehennem hayatına geçiş yok.

Evet, ölen bedendir, ruhlar ölmez, hep yaşar. Önce babaların sulbünde, ana rahminde, sonra dünya hayatında bedenler içinde, daha sonra bedensiz olarak berzah aleminde cennet ve cehennem hayatına kadar yaşamaya devam eder ruhlar, yani ezeli değildir ama ebedidir ruhlar, çünkü Rabbimizin nefhasıdır.

Dünyadaki insan ömrünü dört mevsime benzetiyorum. Bahar ayları doğumu, çocukluğu ve gençliği temsil eder. Yaz ayları orta yaşlılığı, olgunlaşmayı temsil eder. Güz -sonbahar ayları yaşlanmayı ve ölümü temsil eder. Kış ayları da kabir hayatını yani berzah alemini temsil eder.

Evet, bugünlerde güz mevsimini yaşıyoruz. Yapraklar sarardı, dökülmeye başladı, meyveler devşirildi. Ağaçlar uyumaya geçiyor, yani ölümü bekliyor. Uyku da bir çeşit uykudur. Kimi ıstırap çekerek uyumaya geçer, kimi de bir anda ağrısız- sancısız uyumaya kalır. Allah o şekilde uyuyanlardan eylesin.

Aynen insanlar da, ilkbaharda topraktan çıkan bitkiler ve yaprak açan ağaçlar gibi doğar, büyür çocukluğunu ve gençliğini yaşar. Bir kısmı genç iken ölür, yaz aylarında ölen bitkiler gibi. Güz aylarına kadar yeşil kalan ağaçlara benzer yaşlılığını gören insanlar. Olgunlaşan, çocuklarını büyütüp evden uçuran, işlerini bitiren eleğini asan, emekliliğini yaşayan insanlarımız yaşını aldıkça artık ölüme yaklaştığını fark eder. Namaz kılmayanlar namaza başlar, o da nasip ise. Oruç tutmayanlar oruç tutar, hacca gider ve her halinde insanlarda bir durulma bir olgunluk gözlenir. Bu olgunluğa ermeyenler, tabuta kadar ıslah olmayanlar da var. Her yaşın ayrı bir tadı ve güzelliği var yaşayabilen için. Tıpkı her mevsimin ayrı bir tadı ve güzelliği olduğu gibi. Bahar ayları güzeldir; çiçeklerin kokusu, yeşil dağların ve ormanların temiz havası, gürül gürül akan sular, yağan yağmurlar tam da insan nefsine hoş gelen bir manzara. Yaz ayları her tülü sebze ve meyveleriyle, ağaçların gölgesiyle, sabahın güneşiyle, serinleten deniziyle ayrı bir güzeldir. Güz ayları hasat aylarıdır, kışa hazırlanma, eve erzakları taşıma günleridir. Ölüme hazırlanan ağaçlar gibi insanlar da ölüme hazırlanır adeta. Tecrübeme göre

Kış ayları ölümün ta kendisidir. Kefen gibi tabiatın üstüne örten kar örtüsü bize çok şey hatırlatır ve der ki: "Ey insan, sen de bir gün şu sararıp ölen ağaçlar gibi öleceksin ve baharda uyanacaksın. Toprak altında bekleyen tohumlar ve çekirdekler gibi bir zaman uyuyacaksın ama bir gün olup uyanacaksın, tıpkı bir tohumun çatlayıp toprak üstüne çıktığı gibi Rabbinin huzurunda toplanacaksın. Bitkiler ve ağaçlar bunu her yıl yapar ama sen bir defa yapacaksın. Tekrarı, dönüşü yok. O halde güzel yaşa, iyilik yap, iyilerden ol, Rabbinin huzuruna gülerek git, son pişmanlık fayda vermez”.


Yazarın Diğer Yazıları