Şehitlik Makamı Öyle Ucuz Değil

 Bir fizik alem vardır bir metafizik. Bir dünya alemi var bir de emir alemi. Bir vahyin bildirdikleri var, bir de akılla, deneyle, tecrübeyle bildiklerimiz var. Bir gözümüzle göremediğimiz, elimizle tutmadığımız, sadece Peygamberlere gelen vahiyle öğrenebildiğimiz var, bir de fizik gözümüzle gördüğümüz var. Yani alem, sadece şu görünenler, bilinenler, tutulanlar değil, bir de bunun ötesi var, aklın henüz çözemedikleri var. Biz o gözle görünmeyene, akılla bilinmeyene, elle tutulmayana sadece iman ederiz. İşte o aklımızla çözemediğimiz konulardan biri de şehitlik makamı, şehitlerin ölmediği, şehitlerin yaşadığı ve Rabbimiz katında elan rızıklandığı. Rabbimiz, “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, bilakis onlar diridirler ama siz farkında değilsiniz, siz bilemezsiniz” diyor ve biz de öylece inanıyoruz. İşte o iman dediğimiz, mana dediğimiz, ruh dediğimiz, ahiret- hesap- kitap değimiz, cennet- cehennem dediğimiz, ölüm ve ötesi dediğimiz alemi aklıyla çözmeye çalışanlara Necip Fazıl Merhum, “Akıl bir çürük diş at kurtulursun” diyor.
    Bugünlerde bazı şeyleri aklımız almıyor, sabrımızı taşıran olaylar oluyor. Ama akıllı olmak zorundayız, akıllı hareket emek durumundayız. Hislerimizle hareket edersek yanlış yaparız, yanlış sonuçlar alırız.
   İstanbul-Ortaköy katliamını düşmanın ekmeğine yağ sürercesine, uyuyan yılanı uyandırırcasına birileri başka yerlere çekiyor, sosyal medyada yanlış mesajlar paylaşıyor. Bizim dinimiz, bizim inancımız hiç kimsenin zulmen öldürülmesini asla onaylamaz. “Deki, Ey kafirler, sizin taptığınıza ben tapmam,  siz de benim taptığıma tapmazsınız. Sizin taptığınıza ben tapacak değilim, siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana” buyurur Rabbimiz.
    Hocalarımızın cenaze taziyelerinde sık sık okuduğu bir ayet var: Bakara Suresindeki o ayette şöyle buyrulur: “Muhakkak ki biz sizi, biraz korkuyla, biraz açlıkla, biraz mallarınızdan, canlarınızdan ve meyvelerden eksilterek imtihan ederiz. Sabredenlere müjdele!”
    Bugünlerde işte böyle çetin bir imtihandan geçiyoruz. Patlamalar, terör saldırıları, hıyanetler, cinayetler, kazalar memleketimizin ve milletimizin üzerinden hiç eksik olmuyor. Her gün tazecik canlarımızı, fidanlarımızı kaybediyoruz, Rabbimiz sabır yağdırsın.
    Son zamanlarda şehitlik makamını da ayakaltına düşürdük maalesef. Her öldürülene şehit diyenler çıkıyor. Keşke şehitlik o kadar kolay olsa. Şehid, Allah yolunda, mukaddesat yolunda, vatana ve millete hizmet yolunda öldürülendir. Öbür taraftan bazı zor hastalıklardan dolayı ölenlere, boğulanlara, yıkık altında kalanlara, yananlara, kara sevdaya tutulup veya doğum üzere ölenlere de “şehit” buyurur Efendimiz sav. Şehidin şehitliğine insanlar da, melekler de şahittir, onları Rabbimiz cennet ve cemaliyle karşılayacaktır.  
      GERÇEK ŞEHİTLER ONLAR
     İki hafta önce İstanbul Beşiktaş Arena Spor sahasının hemen yanında PKK terör örgütünün patlattığı araba ve canlı bomba sonuncunda 37 polis olmak üzere 44 canımızı kaybettik. 150 de yaralımız var. Kayseri’de yirmi civarında askerimizi şehid olarak kaybettik. Aslında onlar kazandı biz kaybettik diyoruz. İman ediyoruz ki o taze canları Rabbimiz bizden çok seviyordu ki bizden aldı, daha çok günaha girmelerini, dünyanın çirkinliklerine bulaşmalarını istemedi ki erken yaşta bu süfli alemden alıp ulvi aleme taşıdı, bu imtihan dünyasından alıp cennetini temaşaya götürdü, onlara peygamberlikten sonra en yüce makam olan şehitlik makamını lutfetti. İnanıyoruz ki hayatının baharında şehit olan bu kardeşlerimiz kavuştukları nimetlerden dolayı sevinçliler, kaybettikleri canlarına, geride bıraktıkları yakınlarına da üzülmüyorlar. Hatta “Rabbim bir kez daha dünyaya gönder de tekrar şehid olalım, o şehid olurken yaşadığımız tadı bir kez daha yaşayalım” diyorlar. Evet onlar hakiki dünyalarına, cennetteki makamların gittiler, bugün bulundukları ruhlar aleminde, yani “alem-i berzah”ta cennetteki makamlarını seyrediyorlar. Bizi teselli eden de budur. Şehitlik makamı herkese nasip olmaz.
  Ben hep şunu gördüm, tecrübe ettim; İyi insanlar çok yaşamıyorlar, iyiler çok zaman güzel bir ölümle ve şehid olarak ölüyorlar. Şehit olanların geride kalan yakınlarına, onları tanıyanlara sorun; onlar hep güzel ahlaklı, iyilik meleği insanlar. Herkes onları güzel hal ve hatıralarıyla anıyor. Yani onlar bu toplumun seçilmiş güzel insanları, bu milletin yiğitleri. Her gün o güzel insanlar güzel atlara binip gidiyorlar.
     Evet, bizler insanız, ayrılıklar ve acılar yakıyor içimizi. Daha başak vermeden, evlenmeden, yavrusuna doymadan biçilen gök ekinlere yanmamak mümkün değil. Şunu da bilelim ki; çok zaman şer sandıklarımızda hayır vardır, yaşadığımız acılar millet olarak birleştiriyor bizi, kendimize getiriyor. Bu topraklar uğruna biricik canlarını veren o şerefli insanlar geride kalan bizlere şunları fısıldıyor adeta: “Bırakın kısır çekişmeleri, bırakın süfli siyaseti, bırakın senlik- benliği, bırakın küçük hesapları. Bizi seviyorsanız bıraktığımız emanetlere sahip çıkın, bu vatan ve bu bayrak için siz de sıraya girin. Hainlere fırsat vermeyin. O kadar tatlı ki şehidlik siz de korkmayın. Bizler karşılaştığımız nimetlerle mutluyuz, iyi ki askerlik ve polislik mesleğini seçmişiz, iyi ki şehid olmuşuz. Bizim sizden tek istediğimiz var; meydanı çapulculara bırakmayın, birlik olun, bu vatanı hainlere dar edin, senliği- benliği, özellikle siyasi hesapları bırakın”.
    Beyler, siyasi hesap zamanı değil bugün. Dört bir tarafımızdan çevrilmiş durumdayız. Dışarıda müttefik bildiklerimiz değişik isimler altında terör çetelerini üstümüze salıyorlar, hem de içimizdeki hainleri kullanıyorlar. Bu hainler bizim içimizde yetişti. Rabbimizin “bel hüm edal” (onlar dört ayaklı hayvanlar gibi, belki daha sapık) dediği bu mahlukları biz yetiştirdik. Bunları dinsiz, imansız, Kur’an’sız bıraktık. Okullarımızda bunlara vatan, millet, bayrak ve din sevgisini veremedik. Aksine içlerine ayrılık tohumları ektik, ırkçılık mikrobu bulaştırdık kanlarına ve beyinlerine. Tek millet ve tek ümmet olduğumuzu kalplerine yerleştiremedik, kulaklarına fısıldayamadık.
   Terör öyle bir bela ki, hangi taşın arkasında kimin gizlendiği, kimin nereye bomba koyduğu, koyacağı hiçbir güvenlik tedbiriyle yüzde yüz bilinemez, önlenemez. O halde ne yapılmalı? Başta Rabbimizin “kısasa kısas” kanunu ceza kanunlarımızın arasına konulmalı. Cezalar sert ve caydırıcı olmalı. İkinci olarak, yeni baştan bir eğitim seferberliği başlatılmalı, bu milletin çocuklarına ırkçılık değil, dinde kardeş ve tek millet olduğumuz öğretilmeli. Teröre destek veren siyasetçi, gazeteci, yazar, akademisyen her kim varsa bunların vatandaşlık haklarına son verilmeli, destek aldıkları ülkelere sürülmeli. Bu milleti sevmeyenlerin ve bu vatanı bölmek isteyenlerin bu topraklarda işi yok, bu ülkenin nimetlerinden yemeye de hakları yok. Bunları hapishanelerde yıllarca beslemeye de gerek yok. Bunların vatandaşlık hakları ellerinden alınmalı.
    Evet, bu ülkede yaşayanlar, bu ülkenin insanını da, bayrağını da sevmek zorundadır. Aksi halde bu bayrağın altında o zalim ve hainleri yaşatmak şehitlerin emanetine ihanettir. Onlar bir çürük diş, sök-at kurtulursun.

Yazarın Diğer Yazıları