SEVMESEK DE SAVAŞ FARZDIR

Bu toprağın, bu coğrafyanın kaderidir savaş; tarih boyunca hiçbir nesil savaş görmeden yaşamamıştır. Bin yıldan beri Anadolu'da hemen hemen her nesil savaş içinde büyümüştür, savaşın acılarını tatmıştır. İnancımıza göre savaş da, ölüm de istenmez, gerektiğinde de cepheden kaçılmaz. Bizim dinimizin en önemli farzlarından birisi de cihaddır. Cihad, Allah yolunda mücadelenin, gayretin, fedakârlığın adıdır; bu tebliğle, kalemle, malla ve canla olabilir. Yani Allah yolunda can vermek, savaş yapmak, şehid ve gazi olmak cihadın bir parçasıdır ve son aşamasıdır.

Evet, Siyer ve İslam tarihinde savaş üç aşamada farz olmuştur: Yasak dönem, ruhsat verilen dönem, farz kılınan dönem. İlk aşama Mekke dönemi ki, bu dönemde savaş yapmak, baş kaldırmak yasaktır, sabır gerekir. Sadece zulüm ve baskı dayanılmaz boyutlara ulaşınca hicrete-göçe izin verilmiştir. Nitekim Habeşistan'a iki kez göç bu dönemde yapılmış, son hicret de Medine'ye yapılmıştır. Yasirler, Sümeyyeler, Habbablar, Suheybler, Bilaller, baskılara ve işkencelere karşı hep sabretmişler, sebat etmişler, dik durmuşlar ama dikleşmemişler, başkaldırmamışlar, güçlenmeden, devlet olmadan müdafaa yoluna gitmemişlerdir. Nihayet 622 yılında Medine'ye hicret gerçekleşmiş, orada şehir devleti kurulmuş ve Rabbimiz tarafından savunma-müdafaa savaşına ruhsat verilmiştir. Yani ikinci aşama, müdafaa- savunma savaşıdır. Artık sineye çekmek, zulme rıza göstermek, sabırla karşılamak yoktur. Zulmedene karşılık verme, kendini savunma zamanıdır. Bedir, Uhut, Hendek savaşları hep Medine'ye yakın bölgede savunma amaçlı yapılmıştır. Burada saldıran müşriklerdir, onların teşvikiyle Yahudi kabileleridir. Müslümanlar saldırmamışlar sadece saldırıya karşı durmuşlar, Peygamberimiz (sav) hep antlaşmalarına sadık kalmış, müşrikler veya Yahudi kabileleri antlaşmayı bozmadıkları müddetçe antlaşmayı bozan taraf olmamıştır. Bizim değerlerimizde zulüm de yoktur, zulme rıza da yoktur, zulmedenin elini tutmak, engel olmak, gerekirse kırmak vardır.

Üçüncü aşamada artık zulme ve fitneye karşı savaş farz kılınmıştır ve şöyle buyrulmuştur. " Hoşunuza gitmese de artık savaş üzerinize farz kılınmıştır. Umulur ki hoşunuza gitmeyende hayır vardır, hoşunuza gidende şer vardır. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” (Bakara, 216). Evet, savaş şer gibi görünse de sonucunda hayır vardır, zafer vardır, kurtuluş vardır. Hür yaşamak, inançlarını yaşamak ve yaşatmak bedel ister, o da savaşa hazır olmaktır. Dini, ırzı, namusu, malı, canı, bayrağı korumak için kuvvet gerekir, düşmanın silahıyla silahlanmak gerekir, kuvvet bulundurmak, ordu hazırlamak, canını ortaya koymak ve caydırıcı olmak gerekir. Rabbimiz, farklı ayetlerinde mealen, "Yeryüzünde zulüm ve fitne yok oluncaya ve din Allah'ın oluncaya kadar savaşın, (Bakara, 193)” "Zulmedeni, fitne çıkaranı, terör estireni, dininize, mescidinize engel olanı nerede bulursanız öldürün.(Bakara, 192)” "Siz acı çekerseniz, siz yaralanırsanız, onların da yarası var, onların acısı daha büyük”. Buyurur.

Biz öyle bir milletiz ki, tarih boyunca mazlumlara hamilik yaptık, dünyanın vicdanı olduk, düşman askerinin yarasını bile sardık, merhametimizle, vefamızla destan olduk, kahramanlığımızla savaş meydanlarında destan yazdık, bayrağımızın rengi şehidimizin kanı oldu, acıdık, acı çektik.

Evet, bugünlerde acı çekiyoruz. Biz de zalimlere acı çektirmek, zulüm ve fitneye karşı savaşmak, gerekirse şehid olmak ve şehid vermek zorundayız. Rabbimiz şehidlerimize rahmet etsin, şefaatlerini nasip etsin. Analarına- babalarına, yakınlarına ve milletimize sabır versin.

Son yüz yılda üç nesil de savaş gördük. Dedelerimiz Balkan, Birinci Dünya, Çanakkale ve İstiklal savaşlarını gördü. Babalarımız Kore savaşını ve Kıbrıs savaşını gördü. Bizler yani son nesil, kırk senedir terörle mücadele ettik, ediyoruz, binlerce şehid verdik. Bugün de Suriye içlerinde terörle mücadelemiz devam ediyor. Karşımızda sadece dört çapulcu terörist yok, koca koca devletler, süper güçler var. Uyanık olmak, birlik olmak ve kendimize güvenmek zorundayız. Bu toprakların evlatları olarak tarih boyunca hep yalnız bırakıldık, kuzeyden ve batıdan hep sıkıştırıldık, güneyimizden ve doğumuzdan hep ihanet gördük, hep uyanık kaldık, hep silah taşımak ve kullanmak zorunda kaldık. Hamdolsun bu topraklarda bin yıldır tutunabildik, bundan sonra da bu topraklar ana kucağı olmaya devam edecek. Biz başkalarına sığınmayacağız, başkaları, ümmetin mazlumları bize sığınacak.

Maddi orduların, silahlı güçlerin yanında manevi ordulara yani dua ordularına da ihtiyacımız var. Elimizi açıp dua etmeliyiz. Rabbimiz ordumuza güç versin, yöneticilerimize feraset, cesaret ve basiret versin. Şehidlerimize rahmet, milletimize sabır versin.


Yazarın Diğer Yazıları