Uyuşturucu Felaketi Kapıda

"Gençliğimiz en büyük zenginlimiz, gençlimizle gurur duyuyoruz, gençlik güven veriyor, gençliğimiz geleceğimiz, gençlere fırsat verelim, siyasette gençlere yol açalım, genç işgücümüz en büyük avantajımız” gibi cümleler kurarak bol hamasi nutuklar atıyoruz, yazıyoruz, okuyoruz. Şahsen ben de gençliğimizi öven birçok yazı yazdım.

    Arkadaş, gençliğimiz elden gidiyor, haberin var mı? Gençlimizin en büyük belası uyuşturucu, gençliğimiz uyuşturucunun ateşinde yanıp kavruluyor, patır patır dökülüyor, her gün yüzlercesi ölüyor. Gencecik fidanları hayatının baharında sokaklarda kaybediyoruz, anneler- babalar ağlıyor, evlerde hüzün var, dert büyük. Daha iki-üç yıl evvel oturduğum sokakta uyuşturucu müptelası bir genci arkadaşı acı bir şekilde yatağında öldürdü. Daha altı ay evvel bir yakınımın çocuğu da ayın akıbete uğradı. Bu tür alışkanlığından dolayı evlenemeyen, yuva kuramayan, çalışamayan, çalıştırılmayan, okuldan kaçan, sokakları mesken edinen, anne babasına acı çektiren onlarca çocuk tanıyorum. Buna bir çareniz, öneriniz var mı arkadaş! Artık nutuk atmayı bırakalım da bu büyük beladan, bu zehirden gençliğimizi nasıl çekip alabiliriz, onu konuşalım. Sivil toplum örgütleri olarak, Diyanet olarak, hocalar-vaizler olarak, eğitim kurumları ve öğretmenler olarak, devlet ve millet olarak ne yapabiliriz? Bu konuda hazırlanmış raporlar var mı, istatistikler ne söylüyor?

  Yazarlarımızdan İsmail Kılıçarslan "yeni bir dindarlık öneriyorum, gelin sadece geçmişi referans almaktan vazgeçip müslümanlığımızı günümüzün ihtiyaçlarına göre yeniden gözden geçirelim, gettolarımızdan çıkalım, vakıflar ve dernekler olarak toplumun bu acı sorununa eğilelim” diyor. Bu çocukları bu zehir dünyasına atan yokluk değil, yalnızlık, dışlanmışlık, sahipsizlik ve çevre. Dinimiz, huzurlu bir toplum oluşturmak için gelmiş, bütün emir ve yasakları toplumun ıslahı içindir. Bizim dinimiz, "gemisini kurtaran kaptan, her koyun kendi bacağından asılır” dememiş, "komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyurmuş o dinin Peygamberi. Komşunun evinde çıkan yangın için "bana ne” deme lüksümüz yok, o yangın sönmezse bizim evi de yakacaktır. İmam hatip okullarımızda, Kur'an kurslarımızda gençlerimizi daha dindar yapalım derken, dinden soğuttuklarımız da oluyor maalesef. Uçurumda olan genci kazanma, dini sevdirme dönemindeyiz. Bediuzzaman Said-i Nursi hazretleri de, "imanı kurtarma derdindeyiz” demiştir.

    Evet, dindarlığımız sadece namaz, oruç, haç ve zekat vermekten ibaret olmamalı. Aynı zamanda "emr-i bil'maruf nehy-i anil'münker' de farzdır üzerimize. Kur'an'ın yüzlerce ayetinde cihattan bahsedilir, işte cihat dediğimiz o görevin başında gençleri uyuşturucunun pençesinden kurtarmak gelir. Toplumu huzur ve barış içinde yaşatmak, ailelerin başa çıkamadığı konularda onlara yardımcı olmaktır cihat. Yetimlerin kapısına bir yağ tenekesi koyarak zekatımızı ödediğimizi sanıyoruz. Verdiğimiz zekatlarla o çocuklar uyuşturucu hap alıp içiyorsa orada tekrar düşünmeliyiz. Önce hayırlarımızla ıslah evleri kuralım, gençleri sokağa bırakan parçalanmış ailelere sahip çıkalım.  Zekatın gayesi de bu olsa gerek. Müellefe-i kulüp” dediğimiz bu insanları zekatlarımızla kazanmak gerekir.

   Geçen gün uyuşturucunun girdabına düşmüş bir gencimizle konuştum, "çevrende ne kadar genç var” dedim. Küçük bir ilçede yüzlerce sayıdan bahsetti. Öyle üzüldüm ki anlatamam. Senin benim çocuğumun da bu tuzağa düşmeyeceğini kim garanti edebilir? Sentetik uyuşturucu hapları, flakka ve bonzai gibi insanı zombiye çeviren, babasını dahi kesecek hale getiren bu illetleri gençler artık o kolayca temin ediyorlar, gençler önce içmeye başlıyor, sonra satıcı oluyor.  Emniyetimizin uyuşturucu satanları kovalaması, yakalaması, hapse tıkması, cezalar kesmesi yetmiyor, bu çocukları uyuşturucuya iten sebeplere inilmeli.

   Elbette satıcılardan başlamalı, temini zorlaştırılmalı. Bu kısım Emniyetin görevi. Arkasından yargının görevi başlıyor, bu kapıdan alıp öbür kapıdan çıkmamalı satanlar. Ayrıca hapishaneler ıslah evleri olmalı. Hapisten çıkan tekrar o dünyaya dönmemeli. Hocalarımıza, Diyanetimize görev düşüyor, hocalar camilerden çıkıp gençliğin ortamlarına girmeli, onların ayağına gidip sohbetler etmeli. Öğretmenlerimiz ders kitaplarının sayfalarından çıkıp ara sıra uyuşturucu konusunda uyarılarda bulunmalı, uyuşucunun akıbetini örneklerle anlatmalı. Sıradan insanlar, "Bana ne, benim çocuğum değil ya” deyip komşunun çocuğuna ilgisiz kalmamalı, çocuğunun arkadaşlarına,  ortamına dikkat etmelidir. Medyaya da görev düşüyor;  bu tür programlar sık sık yapılmalı, uyuşturucudan dağılan yuvalar, yaşanan dramları anlatılmalıdır. Sivil toplum örgütleri bu konu üzerinde yoğunlaşmalı, bu çocuklar sahiplenmeli, çaresizlikten, dışlanmışlıktan kurtarılmalı. Mevcut kurbanları kurtarmak için sosyal sorumluk projeleri geliştirmeli, yeni kurbanlar vermemek için her türlü eğitim ve ıslah tedbirleri alınmalı. Eğitim aileden başlamalı, boşanmaları en aza indirmek için çalışılmalı. Zira parçalanmış ailelerin çocukları uyuşturucu için en önde adaylardır, uyuşturucu tacirlerinin gözdeleridir.


Yazarın Diğer Yazıları