Vesayet Kavramının Düşündürdükleri

Son yıllarda hepimizin özellikle siyasetçilerin dilinden düşmeyen bir kavram var: Vesayet,  vesayetçilik vesayetçiler.  Arapça kökenli bu “vesayet” kavramıyla  “vasi olmak,  vasiyet etmek,  tavsiye etmek ve vasilik” gibi kavram ve kelimeler hep aynı kökten gelir. Türkçemizde koruma altına almak, kollamak, kontrol etmek, üzerinde idareci olmak,  emretmek,  öldükten sonra geride kalanlara arzularını bildirmek, nasihat etmek gibi anlamları içerir. Vesayet kavramını sayfalarca yazsak, anlatsak, örneklendirsek bitiremeyiz. Vesayet kavramını anlamak ve anlatmak için siyasetçi olmak ve onu yaşamak gerekir.
Siyasetçilerin kastettiği vesayetçi,  siyaseti baskı altında tutan güçlerdir. Bunların başında askeri ve yargı bürokrasisi var. Arkasından TÜSİAD gibi siyasete ayar veren para babaları gelir. Devamında  medya patronları, gazete köşelerini tutmuş  kalemşörler gelir. Vesayetin son halkası, atama yoluyla gelen, halka hesap vermeyen ve devletin üst kademelerinde oturan, siyasetçiye yol ve yön çizen bürokratlardır.
“Derin devlet” diye bir kavram daha var ki, Tanzimat döneminden beri devleti arkadan idare eden, siyasetçiyi de kullanan,  ortada görünmediği halde gücünü hissettiren gizli bir güçtür. İşte vesayetçiler de bu güçten beslenirler, cesaret alırlar. Yapılan bütün darbelerin arkasında, önünde, yanında hep onlar vardır.  Vesayetçilerin bir de dış destekleri vardır, güçlerini ve cesaretlerini biraz da dışarıdan alırlar, başları dışa bağlıdır. İçerideki para babalarının dışarıdaki ortakları, yani Yahudi işadamları ekonomik güçleriyle siyasetçiyi dize getirirken,  askeri ve yargı bürokrasisi, antlaşmalarla bağlı olduğumuz konseylerden, divanlardan, asamblelerden aldıkları destek ve yardımla siyasetçileri sıkboğaz ederler.
Evet, bu devleti son yıllara kadar hep vesayetçiler yönetmiştir. Seçtiğimiz siyasetçiler sadece figüranlık yapmıştır. Vesayetçiler, siyasetçileri perde arkasından kukla oynatır gibi oynatmışlardır. Beğenmediklerini, söz tutmayanları alaşağı etmişlerdir.  Vesayetçilerin halkla bir işleri yoktur, kapıları çalmak, halkı ikna etmek gibi bir dertleri de yoktur. Onlar koltuklarından, gizlendikleri mekanlardan emir vermeye alışmışlardır.  Ülkenin geleceğini ilgilendiren kararları onlar verirler,  dış ve iç politikaları onlar belirlerler. Siyasetçiler ise sadece yol yapar, elektrik getirir, sağlık hizmeti verir, öğretmen atar. Hatta eğitimin rotasını ve içeriğini bile vesayetçiler belirler,  Üçüncü havalimanı gibi dev projelere de vesayetçiler karar verir. Hangi sanayi kuruluşlarında hangi mamuller üretileceğini de vesayetçiler belirler. Horoz misali vakitsiz öten siyasetçinin başı kesilir.
Evet, son on dört yıla kadar bu böyle devam etti.  İlk defa bir Erdoğan geldi, vesayetçilere “iktidarıma ortak istemem” dedi vesayetçilerin ayağına bastı. “Yapacağıma ben karar veririm, icazeti de milletten alırım dedi. Millet ne derse, milletin ihtiyacı ne ise ben onu yaparım, sadece millete hizmet ederim, Allah’tan sonra sadece millete eğilirim, milletten emir alırım dedi. Devlet olarak ayakta durmak, bağımsız olmak, bölgemizde olup bitenlere müdahale edebilmek için her tedbiri alırım, kendi silahımı, uçağımı, tankımı, topumu kimseye danışmadan üretirim dedi. Askerin yeri kışla, yargının yeri kürsü, bürokratın yeri tahsis edilen masasıdır dedi. Siyasetçi yani halktan yetki alan ne derse, asker ve bürokrat onu yapar, ondan yetki alır” dedi. İşte bu tutum, bu duruş, vesayetçilerin hoşuna gitmedi, vesayetçileri öfkelendirdi .  15 Temmuz darbe teşebbüsü ve ondan önceki Ergenekon, Sarıkız, Ayışığı gibi hareketlenmeler, parti kapatma davaları, MİT krizleri, 16- 17 Ekim kalkışmaları hep bu vesayet odakları eliyle yapıldı. Hiç birinde başarılı olamadılar, boylarının ölçüsünü aldılar. Bu ülke, bu millet artık uyandı, siyasetçisine, seçtiklerine sahip çıkar oldu.
Sonuç olarak, “vasi olmak” hukuk kitaplarında kaldı. Siyasette vasilik çok pahalıya mal olsa da miadını doldurdu. 16 Nisandan sonra vesayetçilerin salaları verilecek, üzerine toprak atılacak, bir daha toprak üstünde bu ülkede hükümranlığını sürdüremeyecek. 16 Nisan yeni bir milat olacak. Ne değişecek demeyip 16 Nisanda evet diyelim. Tahayyül edemeyeceğimiz kadar değişim olacak. Başta vesayetçiler tarihe gömülecek.

Yazarın Diğer Yazıları