OYUNA UYAN DEĞİL, OYUN KURAN TÜRKİYE

Bilindiği gibi ABD, “BOP, Arap Baharı, demokrasi” gibi yaldızlı vaatlerle dünya kamuoyunu kandırarak, birçok Orta-Doğu ülkesinin sınırlarını ve rejimlerini değiştirmek üzere harekete geçti.

Önceleri Türkiye de, “demokrasi ihraç edecek model ülke” tanımlamasının “gaz”ına gelmişti.

ABD, milyonlarca insan ölümüne, yaralanmasına ve mülteci durumuna düşmesine aldırmadan Kuzey Afrika, Mısır, Irak ve Suriye’de kısmen veya tamamen emellerine ulaştı.

2010’dan sonra Türkiye, ABD’nin demokrasiden anladığının kendi çıkarı, yaldızlı vaatlerinin bir oyun ve aldatmacadan ibaret olduğunu gördü ve ayak diremeye başladı.

ABD bundan hoşlanmadı ve Türkiye’nin hizaya getirilmesine karar verdi. Türkiye’deki CIA (FETÖ) yapılanmasını harekete geçirdi. Başaramadığı gibi, Batı’nın düşmanlığı net biçimde ortaya çıktı.

15 Temmuz sadece Türkiye için değil, Orta-Doğu, hatta dünya için bir kırılma noktasıdır.

Zira özellikle üçüncü dünya ülkeleri oyunu anlamış, ABD, Suriye ve Irak haritalarını yeniden çizmek için eski güç ve etkinliğini yitirmiştir.

Türkiye “korkunun ecele faydası yoktur” diyerek “oyuna uyan değil, oyun kuran” olmaya başlamıştır.

Bu bağlamda Fırat Kalkanı operasyonuna başlamadan Rusya, İran, Kuzey Irak ile yapılan görüşmeler anlamlıdır. Türkiye’nin “biz bölge ülkeleri olarak neden denizaşırı sömürgecilerin burada söz sahibi olmasına seyirci kalıyoruz? Ortak amaçlarda anlaşalım. ABD ve Batı ittifakının etkisini kıralım, biz söz sahibi olalım” tarzında bir strateji izlediğini ve ortak bir cephe oluşturduğunu düşünüyorum.

ABD’nin 11 Eylül saldırılarından S.Arabistan’ı sorumlu tutan, ölenlerin yakınlarının bu devlete tazminat davası açmasına imkan veren yasayı onaylaması iki ülke arasındaki ilişkileri germiş, Türkiye’nin elini güçlendirmiş, S. Arabistan’ın daha kararlı biçimde Türkiye ile birlikte hareket etmesine zemin hazırlamıştır.

Irak Başbakanı Haydar El İbadi’nin, “Başika’daki Türk askeri varlığı bölgesel savaşa yol açabilir” tehdidinin arkasında bölgedeki pozisyon ve çıkarlarının zedelendiğini gören ABD vardır. Zira; bu zatın bırakın Türkiye’yi tehdit etmek, ülkesini yiyip bitiren terörist-kedi-lere “bist” diyecek dermanı yoktur.

1926 Ankara Antlaşması’na göre Mısak-ı Milli sınırları içinde kalan Musul ve Kerkük”ü “toprak bütünlüğünün sağlanması” şartıyla terk etmiştik. Bugün Irak bölündüğüne, illegal örgütlerce işgal edildiğine göre, bu şart ortadan kalkmış, uluslararası hukuka göre Türkiye'nin Musul ve Kerkük'e müdahale hakkı doğmuştur.

Türkiye’nin, başlaması beklenen Musul operasyonu için gerekli haklı ve meşru hukuki zemine vardır.

Fırat Kalkanı ve Musul operasyonlarının görünen hedefi “bölgeyi IŞİD’den temizlemektir.”

Gerçekte Türkiye, sahadaki etkisini güçlendirmeyi, Irak ve Suriye Türkmenlerine yapılan zulümleri önlemeyi, ABD’nin PYD’ye Kürt devleti kurdurmak istemesinin de önüne geçmeyi amaçlıyor.

Ancak Türkiye desteğini aldığı ülkelere güvenerek Orta-Doğu bataklığına balıklama dalmaktan kaçınmalıdır. Ne Rusya’ya, ne İran’a, ne Suudi Arabistan’a ne de Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’ne güvenilemez.

Elbette zorunluluk olmadıkça hiç kimse savaş istemez. Ancak, deniz aşırı ülkeler bile din, soy, tarih ve kültür birliği içinde olduğumuz kardeşlerimizin yaşadığı coğrafyayı ve sınırlarımızı şekillendirirken, hatta devletimize ve varlığımıza kastederken kimse durup seyretmemizi beklemesin.

Ancak, akıllı, temkinli ve planlı davranmak da kaçınılmazdır.

Allah (CC) yar ve yardımcımız olsun…

 


Yazarın Diğer Yazıları