HADİS/SÜNNET OLMADAN KURAN ANLAŞILABİLİR Mİ? -3-

4. SÜNNET VAHİYDİR;

Sünnet vahiy değildir diyen çıksa da Sünnetin vahiy olduğu görüşü her dönem kabul gören bir görüş olmuştur. Asıl Burada tartışma konusu olan; sünnetin vahiy olup olmadığı meselesi değil, ne kadarının vahiy olduğudur. Tamamının vahiy olduğunu söyleyenler olduğu gibi bir kısmının vahye dayanıp diğer kısmın ise Hz. Peygamber'in içtihadına dayandığını kabul edenler de olmuştur.

Bu konudaki yapılan araştırmaları incelediğimizde, sünnetin bir kısmının vahiy bir kısmının ise Hz. Peygamber'in içtihadı olduğu şeklindeki görüşün diğerlerine göre daha fazla kabul gördüğünü söyleyebiliriz.

VAHİY:

Bütün nebi ve resullere vahiy gönderilmiştir;

Yüce Allah, Hz. Adem (as) dan başlayarak Hz. Muhammed (sas)'e kadar bütün peygamberlere vahiy göndermiştir. Allah, bu peygamberlerden bazılarına vahiy yoluyla Suhuf ve kitaplar verirken bazılarına vermemiştir. Fakat kendilerine kitap verilmeyen peygamberlere de vahiy gelmiştir. Örneğin kendisine kitap verilmediği halde Nuh (as), İsmail (as) ve Yakup (as) gibi peygamberlere vahiy edildiğinden bahsedilmektedir. Yüce Allah şöyle buyuruyor;

Biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahiy ettiğimiz gibi, sana da vahiy ettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a, torunlarına, İsa'ya, Eyüp'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahiy etmiştik. Davud'a da Zebur vermiştik. (Nisa4/163).

Allah cc. Kur'an'ı indirdiği gibi sünneti de beraberinde indirilmekteydi.

Allah, peygamberlerine sadece ilahî kitapları vahiy etmemiş, o kitapların dışında, kitaba girmeyen vahiyler de göndermiştir. Kuran'ın yanında Kuran'ın açıklaması olan hikmeti de (sünneti) göndermiştir. Bu itibarla Kur'an'da olmayan hususlarda, hüküm koyma, haram ve helâl tayin etme yetkisi bizzat Yüce Allah tarafından Hz. Peygamber'e verilmiştir. Bu mesele İleride gelecektir.

Sünnet, Cebrail vasıtasıyla ya da ilham yoluyla yâda başka şekillerde Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş bir vahiydir. Zira Cebrail as. Resülüllah'a Kur'an'ı indirdiği gibi sünneti de indirmekteydi.343 Bundan dolayıdır ki sünnet daha ilk zamanlarda bütün teferruatıyla ahkâmın içinde yerini almıştır.344

Örneğin Allah'ın namazı kılın emri geldiğinde Cebrail, Rasûlüllah'a namazın nasıl kılınacağını talim ettirmişti. Zekâtı verin emri geldiğinde sünnet tarafından zekât malları, nisabı, hangi cinsten zekât verileceği Cebrail vasıtası ile uygulamaya geçilmişti. Haccın emredilmesiyle de Cebrail as. Namazda olduğu gibi haccın nasıl yapılacağını bizzat Rasûlüllah'a uygulamasını yaptırmıştı. Böylece Kur'an'da mücmel olarak emredilen; namazın, haccın şartları ve rükünleri, zekâtın nisap miktarları ve nevileri sünnetle beyan edilmiştir.345 bu mevzularda ilerde gelecektir.

343 Dârimî, Mukaddime, 49, (1/474); Ebû Dâvûd, Merâsil, Bidatler, 1/361.

344 Murteza Bedir, Fıkıh Mezhep Sünnet, s. 81.

345 Süyûtî, Mu'terekü'l-Akran fi İ'cazi'l-Kur'ân, I, s. 166.

Mesela ayeti kerimede "Ey inananlar! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, başlarınızı Mesih edin ve topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın.” (Mâide, 5/6) buyuruyor.

Yukardaki abdest ayeti Medine'de hicretin altıncı senesinde indirilmiştir Namazın farziyeti ise yaklaşık hicretten iki sene öncesine dayanır. Namazın farziyeti ile abdest ayetinin inmesi arasında en az sekiz senelik bir fark var. Bu süre içerisinde de Müslümanlar abdestsiz namaz kılmamışlardır. Kur'an'ın başka bir yerinde de abdest hakkında herhangi bir ayet yoktur. O halde daha önceden Hz. Peygambere abdestin alınmasını öğreten bir vahiy olması zorunludur. Bu vahiy de Kur'an'da olmayan bir vahiy olduğuna göre Hz. Peygamber'e vahiy yoluyla öğretilmiş demektir.

5.SÜNNETİN VAHİY OLDUĞUNA DAİR KUR'AN'DAN DELİLLER;

Kur'an'ın birçok yerinde vahiyden bahsetmesine rağmen Hz. Peygamber'in sünnetinin vahiy olup olmadığı konusunda açık bir ifade kullanılmaz.

Ayette "O hevasından konuşmaz. O, kendisine (Allah'tan) ilga edilegelen bir vahiyden başkası değildir.” Necm, 53/3-4. ayetleri Kur'an vahyinden bahsettiği söylense de ifadenin genel olmasından hareketle sünneti de kapsayacağı zikredilmiştir.

Yine Yüce Allah şöyle buyuruyor;

Onlar, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları Resule, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. A'râf, 7/157.Ayeti ile Hz. Peygambere bazı şeyleri helâl veya haram kılma yetkisi verilmiştir. O bunları neye göre belirleyecek. Kendiliğinden, kendi içtihadı ile böyle bir şey yapması düşünülemez. Ancak ona gelecek olan vahiyle olabilir.

Kurandan başka Hz. Peygamber'e vahiy geldiğine işaret eden ayetler de vardır. Bu ayetleri şu şekilde zikredebiliriz: Yine bir misal verelim;

1. "Yüzünün göğe çevrilip durduğunu muhakkak görüyoruz. Artık seni, hoşnut olacağın bir kıbleye elbette döndüreceğiz; bundan sonra Mescidi Haram tarafına çevir.” Bakara, 2/144.

Müslümanlar Medine'ye hicret ettikten sonra yaklaşık 16-17 ay Mescidi Aksay'a yönelerek namaz kılmışlardı. "Yüzünün göğe çevrilip durduğunu muhakkak görüyoruz.” ifadesinden de anlaşıldığı gibi Hz. Peygamber kalpten Mescidi-i Harâm'a yönelmeyi arzulamasına rağmen Mescidi Aksay'a doğru yöneliyordu? Hâlbuki Mescidi aksaya yönelme konusunda herhangi bir ayet yoktur.

Eğer Mescidi Aksay'a yönelmesi konusunda ona bir vahiy gelmemiş olsa idi o neden Kâbe'ye dönmeyi arzuladığı halde ona doğru yönelmiyordu? Kur'an'da Mescidi Aksâ'nın kıble olduğu ve Müslümanların oraya doğru yönelmelerini emreden bir ayet de olmadığına göre bu vahyin Kur'an'ın dışında olan bir vahiy olduğunu söyleyebiliriz.

Rüyasında Kâbe'yi tavaf yaptığını görmesi (hudeybiye); Yine bir misal verelim; yüce Allah şöyle buyuruyor;

Ant olsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi Harâm'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi” Fetih, 48/27.

Peygamber (sas) Medine'de iken rüyasında, Ashabıyla Kâbe'yi tavaf ettiklerini görür. Bu durumu ashabına anlatır. Onlarda Hz. Peygamberle beraber umre için yola çıkarlar. Fakat Mekkeli müşrikler de Müslümanların Mekke'ye girmelerini engellemek için hazırlanarak Hudeybiye' ye kadar gelirler. İki taraf arasında elçiler gider gelir ve süreç Hudeybiye antlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlanır.

Müslümanlar umre yapamayacak olmalarından rahatsız olurlar. Bu olayların akabinde inen Fetih Suresi ise yapılan bu antlaşmanın görünenin aksine bir fetih olduğunu müminlere müjdeler. İbn Kesîr, VII/356.

Bu surenin 27. ayetinde Hz. Peygambere rüyada iken umre yapması vahiy edilmekte o da rüyasının doğrultusunda hareket etmektedir. Rüyadan bahseden Fetih Suresi 27. ayeti ise daha sonra nazil olmuştur. Bu durum, Hz. Peygambere Kur'an dışında ve rüyada iken vahiy geldiğine delalet etmektedir. Nitekim İbrahim as. İsmail as. Mı kurban etme hadisesi de yine rüyayı sadıka yoluyla vuku bulmuştur. Bu ayet, Hz. Peygamber'e Kur'an'ın dışında da vahiy geldiğine delildir.

"Şüphesiz ki onu (senin kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak bize aiddir.” Kıyâme, 75/17.

KURANI TASNİF;

Kur'an, Hz. Peygamber (SAS)'e yaklaşık 23 sene de nazil olmuştur. Hz. Peygamber inen bu ayetleri ezberliyor ve vahiy kâtiplerine yazdırıyordu. O inen ayetlerin hangi sureye ve hangi ayetlerin öncesine veya sonrasına konulacağını Resülüllah söylüyordu.

Hz. Peygamber bu sıralamayı ya içtihadıyla yapmış veya vahiyle kendisine bildirilmiş, o da ona göre yerleştirtmiştir. Eğer bu durum içtihadı bir mesele olsa idi bu sıralamaların yerleri değiştirilebilirdi. Ayetlerin sıralamaları değiştirildiğinde ise ortada mükemmel bir kitabın kalması imkânsız olurdu. Kur'an'ın herhangi bir ayetinde veya suresinde: "şu ayet şuraya, bu ayet filan yere konulacak” şeklinde bir ayet olmadığına göre, bu sıralamanın bir vahiyle olduğunu söyleyebiliriz. El-A'zamî, s.452.

Yine yüce Allah "Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar. Nisâ, 4/65. ayeti ile de peygamberin verdiği hükme içten gelerek, kalpten hiçbir rahatsızlık duymadan teslim olmadıkça, o kimselerin iman etmiş sayılmayacakları belirtilmektedir. Eğer peygamberin hükümleri vahye dayanmamış olsaydı onlara bu derece itaat etmemiz istenir mi idi hayır istenmezdi. (Devam edecek)


Yazarın Diğer Yazıları