ANKARA

Ankara… Cumhuriyetin yapay şehri. Ruhsuz, kuru, yavan… Sadece bir kalabalık. Menşeini kalabalıktan alan bir hengâme. Bir koşuşturma… Sabah 8, akşam 5 şehri. 657’nin şehir yaptığı kasaba.
    Ankara’nın bir ruhu yok. Bir naaş gibi duruyor insanın karşısında. Bir şehre ruh veren yeşildir. Bursa, Rize, Trabzon’da olduğu gibi. Ankara’da yeşillik yok. Bir şehre ruh veren denizdir. İstanbul, İzmir’de olduğu gibi… Ankara’da deniz de yok. Bir şehre ruh veren tarihtir. Konya, Edirne, Mardin gibi… Ankara’da tarih de yok. Ankara, başkent olabilecek şehirlerin mirasçısı oldukları medeniyetten dolayı başkent yapılmamasından öne çıkmış sıradan bir Anadolu şehirciği. Diğer güçlü rakipleri Osmanlı ruhu taşımaları sebebiyle elenmiş ve Ankara bir anda kendini başkent buluvermiş. Hazırlıksız yakalanmış bu büyük kasaba, küçük şehir. 80 yılda hala bir ruh, bir mana kazanamamış. Bunun sebebi devletin mimari anlayışı. Her yer dört köşe bina. Ya bir genel merkez, ya bir komutanlık, ya bir bakanlık… Soğuk, insanı ürperten, köşeleri insanın etine batan, renkleri ruhu zımparalayan binalar… Ankara’ya kazandırılamayan mana…
    Geçen bir iş için Ankara’da bulundum. Ve Ankara yine beni şaşırtmadı. Boş boş baktım cıvıl cıvıl sokaklara, geniş geniş caddelere, koşuşturan insanlara… En sonunda aradığımı bulamamanın verdiği hüzünle önüme… İstanbul bir selvi, Konya bir çınar, Bursa söğüt… Ankara bir kavak. Hızla büyütülmüş, estetiği olmayan suni bir yapı. Ne kokusu var, ne gölgesi, ne heybeti… Bir hercümerç.
    Meşhurdur bilirsiniz. Yahya Kemal’e sormuşlar Ankara’nın en çok neresini seviyorsun diye. O da “İstanbul’a dönüş yolunu…” demiş. Ben de Ankara’nın en çok tren garını sevdim. Zira beni Konya’ya götüren yer orasıydı. Renk var, ahenk var, koku yok. Ankara… Yapma bir çiçek. Selam ve dua ile…
 


Yazarın Diğer Yazıları