Hiç Bilmediğiniz Bir Mehmet Akif (1)

    Mehmet Akif derler adına bir er geçti bu dünyadan. Nasıl adam olunması gerektiğini sözlerinden ziyade yaşantısıyla göstermiş bir er. Atasından kültürünü, peygamberinden dinini, Batı’dan fennini alan nev-i şahsına münhasır biri. Akif’i anlatan bütün cümleler nakıs kalır. Bundan sonra kuracağım cümlelerin kalacağı gibi. Onu belki kelimeler anlatabilir ancak: adam, er, yiğit, cengâver, mücadele ve teşkilat insanı, üç kelime ile yazılmış destan... MEHMET AKİF ERSOY.
Geçtiğimiz hafta İstiklal Marşımızın sene-i devriyesiydi. İstiklal Marşı demek Akif demektir. Akif, insanımız tarafından ruhlarına sindirilmesi gereken bir şahsiyet. Sezai Karakoç ağabey enfes bir tarifle Mehmet Akif için "Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih: Yani tam bir Doğu İslâmlığının, Batı İslâmlığının ve Merkez İslamlığının sentezi bir çocuk." der. Anne babasının medreseye mi gitsin, modern okullara mı gitsin tartışmasını babası kazanır ve Batı tarzındaki Mülkiye mektebine gider. Babasının ölümünün ardından bir an evvel baytar olup maaşa geçebilmek için Mülkiye mektebini bırakıp baytar mektebine giriyor. Gittiği okullarda hep okul birincisi oluyor. Baytar mektebinde bir Ermeni genci, bir Türk gencini güreşte yeniyor. Bunu hazmedemeyen Akif, kendisinden çok daha iri olan o Ermeni gencini güreşte yeniyor. Çok iyi güreşiyor, yüzüyor, at biniyor… Abdülhamit’i sevmemesinde de işte bu okullar etken. Zira Abdülhamit’in kurduğu bu okullarda hep Abdülhamit karşıtı hocalar eğitim vermekte ve Akif hocalarının etkisinde kalıyor. Haa sonra vazgeçiyor bu düşüncesinden tabi.
Burada halk arasında efsane gibi dolaşan İstanbul’u sel bastığı halde sözünde durmak için çamur içinde söz verdiği yere gitmesini, arkadaşlarını evine davet ettikten sonra onları oturtacağı “çul”u bir dilenciye verdiği için arkadaşlarına “Bugün sizde otursak olmaz mı?” deyişini, İstiklal Marşı’nı yazdığı için aldığı parayı paltosuz dolaştığı halde bir palto bile almadan hayra verdiğini anlatmayacağım. Ben burada bambaşka Akif portresi çizmek istiyorum. Mesela Anadolu’da ona “molla, mürteci”, Mısır’a gittiğindeyse “Gâvur Akif” deniyor? Dindar olduğu için burada molla, mürteci; ancak modern ve farklı bir Müslüman olduğu için de orada “gâvur” denmesi çok manidar. İşte hakiki Müslümanın durumu. Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilirsin. Allah'a yaran da gayrısını boş ver zaten. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılacağında, Cemiyet’e katılmanın ön şartı olan yeminde geçen “Cemiyetin bütün emirlerine, bilâ kayd ü şart (kayıtsız şartsız) itaat edeceğim” cümlesine itiraz eder ve “Doğrulara itaat eder, yanlışlara itaat etmem” diyerek İttihat ve Terakki’nin yemini değiştirme kudretini gösterir. Sonrasında herkes böyle yemin eder. İşte böyle, Allah doğruların yardımcısıdır.
Harika bir hatip. Teşkilat-ı Mahsusa ajanı. İslam birliği derdiyle pek çok yeri geziyor. En son Arabistan’a gidip İngilizlerin Arapları ayaklandırma gayesiyle yaptığı propagandanın tersini yapmak ve Arapların Osmanlıya bağlı kalmasının temini için çalışıyor. Sonralarda halka milli mücadeleyi anlatması maksadıyla Akif’i Ankara’ya, Mustafa Kemal çağırıyor. Akif de başka hiçbir şey düşünmeden hemen Anadolu’ya geçiyor. Milli mücadeleyi başlatanlar için söylenen “Ülkeyi batıran bunlar. Katılma bunlara” sözüne karşılık şu vatanperver cevabı veriyor: “Önce vatan kurtulsun.” Pek çok ili dolaşıyor. Konya’ya geliyor. Şirinhanım çeşmesi civarında kalıyor. Bursa’nın işgali üzerine meşhur “Bülbül” şiirini yazıyor. Bursa’nın işgali sonrası Yunanların padişah türbelerine pislik sürmesinin duyulması üzerine duygulanıp “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ / Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ” beytini yazdığı söylenir. Çanakkale Şehitlerine adlı o ölümsüz eserini ise Necid çölünde, Çanakkale zaferi haberinin gelmesi üzerine yazar. Zaferi haber veren Kuşçubaşı Eşref’tir. Akif hiç konuşmadan bir ibrikle abdest alır, namaza durur. Namazın son secdesini uzatır. Ardından hıçkırıklar gelmeye başlar secdeden. O kadar ki Kuşçubaşı “Bu secde ve hıçkırıklar 20-25 dakika sürdü” der. Ardından Çanakkale Şehitlerine başlar.
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir, savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.    Asım'ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!


Yazarın Diğer Yazıları