Hiç Bilmediğiniz Bir Mehmet Akif (2)

Ne zamana kadar yazar? Trenle Medine’ye geçene kadar... Sabaha kadar hiç uyumaz, şiirini bitirir. Sabah olduğunda Kuşçubaşı’na şiirini bitirdiğini söyleyip “Artık ölebilirim.” der. Muhteşem kelimesinin bile nakıs kalacağı bu şiirin sahibi Akif, Cumhuriyetimiz sonrası birileri tarafından görmezden gelinir. Mustafa Kemal izin vermeseydi Mısır'dan dönmesine bile müsaade edilmeyecekti. Çanakkale ile ilgili bir törende bir yetkili çıkar ve “Şimdi size Çanakkale ile ilgili yazılmış en güzel şiiri okuyacağım; ancak ne yazık ki sahibi bir Türk değil!” deyip Akif’in Çanakkale Şehitlerine şiirini okur. Hatta “Nasıl olur da Çanakkale şehitlerini Bedir savaşındaki bedevilere benzetir?” diyen fikir kabızları bile çıkar. Bu görmezlikten gelmenin sebebi dindarlığından olmasın acep? Kendisine verilen Kur’an-ı Kerim’in mealini yazma görevini yarıda bırakıyor. Türkçe ibadet için kullanılacağını anlayınca sözleşmesini feshediyor. Daha sonra damadı Ömer Rıza Doğrul kayın pederinin bu yarım kalan mealini tamamlayıp benim deyip “Tanrı Buyruğu” diye yayınlıyor. Devlet memurluğuna alınmıyor, peşine iki sivil polis takılıyor.
Bazen âlimden zalim, zalimden âlim doğduğu olur. Siz ne kadar mükemmel olsanız da çocuklarınızın, çevrenizdekilerin size layık olmadıklarını görürsünüz. İşte Mehmet Akif’in durumu tam da böyle. Oğlu Emin Bülent alkolik olmuştur. En sonunda bir çöp kenarında ölmüş ve cesedi çöp arabasıyla taşınmıştır. Damadı Ömer Rıza Doğrul mason olmuş, torunlarından biri Türkiye Komünist Partisi’nin kurucularından biri olmuştur. Bazen mum dibine hakikaten ışık vermiyor mu yoksa herkesin bir imtihanı mı var işte orasını bilemiyorum.
Akif, 1936 yılında 63 yaşında “adam dediğin işte böyle yaşar” dedirterek dâr-ı bekâya irtihal etti. Öldüğünü ne radyo haber veriyor, ne gazeteler yazıyor. Belediye kaldırıyor cenazesini. Tabutunun üzerine bir örtü bile örtmeden. Şu bizim Tarkan’ın dedesi Fethi Tevetoğlu, tabuttaki bu garip cenazesinin Akif’e ait olduğunu tabutun başındaki belediye görevlisinden sorup öğrenmeseydi, hiç kimsenin haberi olmadan Akif’i gömüp geçeceklerdi. Allah'tan halk öğreniyor da Akif’in tabutu, parmakların ucunda ebedi istirahathanesine götürülüyor. Devlet bir türbe bile yaptırmıyor Akif’in başına. İstanbul Üniversitesi gençliği bir yıl boyunca harçlıklarından biriktirdikleri ile üstada bir türbe yaptırıyorlar. Ülkenin milli marşını yazmış şaire yapılan bu saygısızlık bile utanç olarak yeter amma insan olana. Cenaze törenine hiçbir devlet yetkilisi katılmıyor. Cenazesine katıldığı ve konuşma yaptığı için Abdülkadir Karahan polis tarafından sorgulanıyor, sonrasında okuldan atılıyor. Heyhat, vefa İstanbul’daki bir semt adıymış sadece. İsrail devletinin kurulması, Akif’in öldüğü İstiklal Caddesindeki Mısır apartmanın 5. katında planlanıyor. Garip bir tesadüf mü, bilemem. Bu arada unutmadan. Herkes Akif’in sirozdan öldüğünü bilir. Siroza içkinin sebep olduğunu da… Akif ağzına bir damla içki koymadan nasıl siroz olmuştur peki? Mısır’da yakalandığı sıtmadan kurtulmak için verilen o zamanki ilaçların, karaciğerde zehir olarak depolandığı ve siroz yaptığı bilinmiyor. Sıtmadan kurtulmak için kullandığı ilaçlar onu siroz yapıp ölümüne sebep oluyor.
Necip Fazıl, İstiklal Marşı’na “Korkma” diye başlamasından, içinde “Türk” kelimesinin geçmemesinden dolayı onu sevmese ve İstiklal Marşı’na bir alternatif yazıp Mustafa Kemal’in ölümünün ardından bu şiirin adını “Büyük Doğu Marşı” olarak değiştirse de biz Mehmet Akif’i çok seviyoruz. Biz ondan razıyız Allah da razı olur inşallah. O bize bir hayatın ne kadar kaliteli, dolu dolu yaşanabileceğini gösteren bir rehberdir. Aydınlar Ocağı Konya Şube Başkanı Mustafa Güçlü Beyin  “Dünyadan bir kişi alabilirsin deseler, babamı almam Akif’i alırım!” demesi yerinde bir söz. Allah rahmet eylesin. Ruhu şad, mekanı cennet olsun. Bu hafta “üç İhlas bir Fatiha” temennisiyle ile ayrılıyorum huzurlarınızdan. Akif dedemizin ruh-ı şerifleri için, üç İhlas bir Fatiha…


Yazarın Diğer Yazıları