Kelime Jonglörleri

Yahya Kemal şiir için “Şiir kalpten geçen bir hadisenin lisan halinde tecelli edişidir; hissin birdenbire lisan oluşudur. Şiir bir nağmedir. Bu nağmeyi ifade etmek için vezin ve lisan ancak ve ancak bir alettir.” demekte. Zaten şiiri aşk, nesri akıl yazdırırmış. Şiir için çok basit bir tarif olmazsa “güzel mana bulma sanatı veya zanaatı” diyebiliriz. Zanaatı diyorum zira şair kelimeleri bir zanaatkâr gibi arar, bulur, işler; cümlelerin fazlalıklarını alır, herkesin kullandığı kelimelerle oynar, olağanüstü cümleler kurarak onları kelâm-ı kibara çevirir. Şairler kelime jonglörleridir. Bir heykeltıraş önünde duran bir kayayı heykel olarak göstermiş yanındakilere. Yanındakiler “Bu kocaman bir kaya heykel bunun neresinde?” diyince heykeltıraş “Heykel bunun içinde, ben sadece onun fazlalıklarını alacağım!” demiş. İşte şiir de sözün darasını almaktır. Herkes uzun uzun konuşur şair bir cümle eder, konu izah olunur, mevzu kapanır. Bir şeyin küçüğünü yapmak büyüğünü yapmaktan daha zordur. Bir pirinç tanesinin üzerine Yasin suresini yazmak, bir dağın üzerine yazmaktan daha zor ve etkileyicidir. Tıpkı böyle bir manayı bir cümle ile anlatmak saatlerce konuşmaktan daha zordur. İşte şiirin bizi büyülemesinin sebebi burada yatıyor. Az ile özü taşıyor. Bir filin bir tonu taşımasından daha zor ve etkileyicidir bir karıncanın buğday tanesini taşıması. İşte o karınca şairdir. Şair çok büyük manaları zarif, nâzenîn ruhuyla kelimelere taşır. Herkesin bildiğini o yazar. Ancak okuyana “ne kadar da güzel” dedirtecek şekilde yazar. Bu bakımdan şairlik kesbî değil vehbîdir. Yani kazanılmış değil Allah’ın bir bahşidir, lütfudur. İşte bu sebepten bizim Yunus şiirlerine Tanrı’nın üflediği sözler anlamına gelen “nefes” der. Allah Resül’ü de Hassan Bin Sabit’e “Ruhul Kuds (Cebrail) seninle olsun.” demiştir. Bu da demek oluyor ki şairlik Allah’tan gelen bir ilhamdır.
Biz ve bizim de temsilcisi olduğumuz Doğu dünyasında şiir bir şeyler anlatma aracıdır. Mesaj, eğitim, yol, yordam hep şiirle anlatılmıştır. Bizim çocuk oyunlarımızda bile sayışmacalar kafiyelidir. Sofra dualarımız şiirdir, Allah’a yakarışlarımız şiir… Mevlana Fîhi Mâ-Fîh'inde “Ben Anadolu halkı şiir sevdiği için şiir söylüyorum. Eğer Horasan’da kalmış olsaydım uzun zamanlar türlü meşakkatlerle elde ettiğim bilgim ile halkı, başka türlü faydalandırırdım. Ders verirdim, kitaplar yazardım.” diyerek neden şiir yazdığını belirtmekte. Çünkü onun anlatmak istediği bir şeyler var. Bu anlatmak istediklerini anlatmanın en güzel ve etkileyici yolu da şiirdir. Şiir, duygu ve fikirlerin mayalanması için bırakılan hamur teknesi. Olgunlaşan bu mana, hamur teknesinin kapağını kaldıranın olur. Şiir, şairin gönül çeşmesi. Kim açarsa çeşmeyi avuçlarını hikmetlerle doldurur.
 Her ne kadar 19. yy.dan sonra genel itibariyle şiir iştiyakımız düz yazıya kaymış olsa da şiirimiz hâlâ devam ediyor. Etmeli. Çünkü dünyadaki şiiri mükemmellik seviyesine ulaşmış kaç millet olduğunu sanıyorsunuz? Özellikle Doğu dünyasında biri İran’sa diğeri Türk milletinin şiiridir... Son dönem Türk şiiri, akla gelen ilk kelimeleri yan yana koymaktan ibaret olsa ve -çok azı müstesna- nazar-ı dikkatimi çekmeye değmese de divan edebiyatı diye nitelenen o şiirler insanın ağzında tarifi güç lezzetler bırakmaktadır. Hayranlık, şaşkınlık yaşatır ve kişiye kendinin söyleyememesinden kaynaklanan hasedi itiraf ettirmek zorunda bırakır. Divan edebiyatı okumak insanın kıskançlıktan dolayı kendine biraz kızmasıdır. Divan edebiyatı araştırmacılığı ve bu alandaki uzmanlığı ile bilinen Abdulbâki Gölpınarlı’nın şu sözü divan edebiyatının cevherini mihenge vurur: ”Divan edebiyatı bir ummandır. İçine dalınınca uzun aramalar sonucunda bir inci bulunur ve bulunan o inci bütün çekilen sıkıntılara değer.” Bu arada divan şiirini anlamamamız gösteriyor ki özümüz ve kültürümüz olan geçmişimiz ile köklerimizi kurutmak isteyenler sanırım bu hususta başarılı oldular. İnşallah bir İsa çıkar da divan şiirimize “kum biiznillah” der.
    Şu sözlerdeki letafete bakar mısınız? Nasıl olur da bu sözlerin bulunduğu edebiyat yok edilir, edilmeye çalışılır? Bu kadar sade bir Türkçe ile bu kadar samimi bir gönlü kaç kişi kâğıda akıtabilir?
    Göz gördü gönül seni sevdi ey yüzü mâhım
Kurbânın olam var mı benim bunda günâhım. (Nâhifî)
Şeb-i Yeldâyı(uzun geceyi) müneccimle(gelecekten haber veren) muvakkıt(saat uzmanı) ne bilir?
Mübtelâ-yı gâm'a(dertli) sor kim geceler kaç saat (Sâbit)
    Hakikaten gecelerin ne kadar uzun olduğunu dertlilerden başka kim bilebilir?
Ne yanar kimse bana âteşi dilden(gönül ateşi) özge

Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan(seher yeli) gayrı. (Fuzûlî)
    Peki yalnızlığı hangi dizeler bu kadar güzel anlatabilir? Sabah namazlarından sonra eve bereket girmesi için açtığı kapıyı seher yelinin açtığını ve başka hiç kimsenin kendi kapısını açmadığından dert yanıyor şair. Ben ne kadar yalnızım? İşte kapımı seher rüzgârı girsin diye açmasam hiç kimsenin kapımı açmayacağı kadar yalnızım.
    Meydâna geldi nâ'ş-ı rakîb-i nemime-saz
Kıldım huzur-ı kalb ile ömrümde bir namâz (Sâbit)
Dedikoducu rakibin (şairin sevdiği kızı seven diğer erkek) cenazesi musallaya geldi de ömrümde ilk defa kalp huzuruyla bir namaz kıldım.
Zahm-ı şemşîr ile tenhâda rakîbi öldür.
Eskiden darb-ı meseldür ki ibâdet mahfî (Sâbit)
Tenhada kılıçla rakibi öldür. Zira eskilerin atasözüdür: İbadetler gizli yapılır.
Abesdir intihâb-ı cây-ı bûse(öpülecek yer arama) vech-i dilberde(sevgilinin yüzü)
Derûn-ı Kâbe’de(Kâbe’nin içi) tayîn-i mihrâb(kıble tayini) olmaz (İbrahim Cûdî)
    Şair beytinde “nasıl ki Kâbe’nin içinde kıble aranmaz, her yer kıbledir, işte sevgilinin yüzünde de öpülecek yer aranmaz. Her yer öpülecek yerdir” demekte.
Yere teşrifin haber verdikde ey âlî-cenâb
Dedi hasretle felek "Yâ leytenî küntü türâb" (Sezâyi-i Gülşenî)
“(Ey hazreti Peygamber) Senin yere teşrifini (doğumunu) haber aldıkları zaman gökyüzü hasretle "Yâ leytenî küntü türâb" dedi.” Şair, Nebe suresinin 40. ayetinden alıntı yaparak gökleri konuşturuyor ve “Efendiler Efendisi yeryüzüne indi, keşke ben de toprak olaydım” diyor. Manaya mı imrenirsiniz, alıntının harika bir şekilde yapıldığına mı, bütün bunları hazırlayan zekaya mı…? İşte divan şiiri.
Açıklama istemeyen direk ruha karışan bir beyit:
Aşk kim kalbe gıdadır ne yenir ne yutulur,
Bir demir leblebidir, çiğneyene aşkolsun. (Şinâsi)
Yukarıdakilerle yarışamayacak olsa da iki-üç beyit de bendenizden olsun.
Yâr beklersin, kâr beklersin, dâr(ev) beklersin
Bilir misin doğduğundan beri seni bekler sin(mezar) (Kem Pâye)
Mâlik Bin Dinâr olsan nafile
Mâlik-i dinâr olmadıktan sonra (Kem Pâye)
Nerde gördüysem parlak bir istidâd(yetenek)
Ezmiş onu derhal devr-i istibdâd(baskı devri) (Kem Pâye)
Kişinin deryadan aldığı testisi kadarmış. İşte klasik Türk şiiri deryasından alabildiğimiz bizim testimiz olan köşemiz kadar. Yeni beyitlerde buluşmak üzere. Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları